Mevlana Moğol casusu muydu?

Soru
Mevlana’nın Moğol ajanı olduğu iddia ediliyor. Doğru mudur?
Oktay Duran


Cevap
Eğer bu iddia gerçekse Mevlana nasıl Moğol ajanı olacak? Hiç düşündünüz mü?
Gidecek, Moğollar lehine ama Selçuklular aleyhine çalışacak,
onlar adına saraydan bilgi toplayacak ve Moğollara aktaracak. Müritlerini
de bu iş için yıllarca kullanacak. Bunun karşılığında da para veya ihsan alacak.
Ve bu işi, herkese “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyen birisi yapacak.
Ne diyeyim: Size olacak şey gibi geliyorsa kabul ediverin gitsin bu iddiayı.

34 Comments

  • ekrem lamci

    19 Ocak 2012 at 15:39

    mevlana,ümmetin içindeki cihad ruhunu öldürüp,moğollara yardımcı olmuştur.gerçek tasavvufta düşman ülkeyi işgal edeceğinde tesbih savaş bitene kadar kenara konur,kılıçlar kuşanılır.İslamda ruhbanlık yoktur.Nitekim-resmi tarihte bahsedilmez-atatürk Samsun’a Vahdettin’in emriyle çıkmadan önce Anadolu’da alimler ve ümmetin önde gelenleri kurtuluş savaşını başlatmıştı bile.Atatürk beraber savaştığı bu adamlara cumhuriyetten sonra acımamış alimlerede yobaz demiştir.

    Cevapla
  • İsmail Sevinç

    15 Şubat 2012 at 23:07

    Mevlanayı Moğol casusu yapanlar ona türlü türlü alçakça yakıştırmalarda bulunanlar bu milletin milli ve manevi değerlerinin düşmanıdır. Başka iftiralarda var bunlarıda cevaplandırayım. Mesnevide bu sözler Allahtandır dedi diye ona sahte peygamber yakıştırması yapanlara cevabımdır.
    Maalesef ülkemizde bu milletin dini ve milli değerlerine düşman belki yüzbinlerce belki milyon sayıda insan var. Anadolu Selçuklu Devleti, içindeki 1240-43 de Baba ilyas ve Baba İshak önderliğindeki bektaşilerin isyanıyla zayıfladı. Bunu fırsat bilen Moğollarda 1243 te Selçukluyu işgal etti.Zaten koca Asyanın çoğunu ve Doğu Avrupayı almışlar. Selçukludan çok güçlü oldukları besbelli. Mevlana Anadolu halkına Moğollara karşı isyan edin dese halkda bu söze uysa Moğollar Anadoluda çoluk çocuk kadın kız demeden toplu katliam yaparlardı. İnsan kafataslarından kuleler dikerlerdi. Bu arada Oda öldürülürdü. Sessiz kalmak Moğollarla işbirliği yapmak değil sadece ortalığın yatışmasını beklemektir. Moğolların ona zarar vermemesi onunda Moğollara zararı dokunmaması ile alakalıdır. İsyan edip devleti zayıflatacaksın önce işgale zemin hazırlayacak işgal oluncada bunun suçunu islam alimlerinin üzerine atacaksın. İnsaf.Bu günkü uzantılarında böyle söyleyecek. İlhanlının merkezi İrandadır. Anadoluda sadece askeri birlikleri ve bazı beylerinin kuvvetleri vardır. Tabiki ailelerde vardır. Ancak Anadolu merkez değildir. Moğolların Mevlanadan itibaren Müslümanlaşmaya başladığı, 1290 larda tamamının Müslüman olduğuda unutulmamalıdır.
    Ona Şemş tebriziyle ilgili ahlaki iftira atanlar bunun hesabını Allaha versinler. Ona iftira atanlar huzuru mahşerde bu günahı kendileri işlemiş sayılacak ona göre hesaba tutulacaklardır.
    Mesnevinin orjinalinin baş sayfasında bu sözler Allahtandır demesi şu şekilde yorumlanmalıdır. Malum İslamda peygamberlik gibi evliyalıkda vardır. Evliyalar ilimlerini geliştirerek bazı sırlara ulaşabilir Hak katında belli bir seviyeyede gelebilirler. Mevlana peygamber değil evliyadır. Onun yazdığı Mesnevi Allahın kendisine verdiği akıl ile topladığı bilgileri bu eserde değerlendirmesidir. Peygamberlere gelen vahiy gibi değerlendirilmemelidir. Bunların ilmi sıradan insanların ilmine benzemez ve bu gibi kimseler kendilerine bu ilmin Allahın izniyle geldiğine inanırlarki buda yorum açısınan doğrudur. İslam düşmanı kimseler nerde bir islam alimi görseler ona sahte peygamber yakıştırması yaparlarki ilmine kimse inanmasın ve herkes o kişiden nefret etsin.

    Cevapla
  • mehmet

    19 Şubat 2012 at 16:47

    ALLAH’IN AKILSIZ HAYVANLARI ÇOKTUR..
    Mevlana hazretlerine bu tür şeyleri söyleyebilenlere söyleyecek bir sözümüz yoktur. Bırakın konuşsunlar çünkü “Allah’ın akılsız hayvanları çoktur.”

    Cevapla
  • cihat

    23 Şubat 2012 at 14:55

    Mehmet kardeşim hayvanlara hakaret ediyorsun onlar en azından düşünemiyolar peki bunlar düşünme yeteneği olduğu halde bunu yapamıyolar yazık. Herşeyden önce din büyüklerine iftira atmak bize yakısmaz , cihad ruhunu öldürmüş diyo arkadaşımızın bitanesi sen ilk önce onun yaptıklarnı yap sonra konusursun ama şimdi değil ! Hadi hertarıfımız düşman kaynıyo israile karsı abd ye vs. karsı cihad ediyormusun sen ?

    Cevapla
  • BAYRAM COŞKUN

    3 Mart 2012 at 01:28

    Halil İnalcık’ın İş Bankası yayınlarından çıkan Devlet-i Aliyye isimli kitabından aynen aktarıyorum, s.36 : ”Moğollarla işbirliği yapan ve fars kültürüne tutkun Selçuklu seçkin sınıfına hitap eden Celaleddin Rumi ile halk adamı Ahi Evren arasında düşmanlık vardı.” Bu cümle yeterlidir herhalde.

    Cevapla
  • İsmail Sevinç

    9 Mart 2012 at 14:30

    Halil İnalcık Mevlana için Moğollarla işbirliği yapan derken Moğollar Anadoluyu işgal ettikten sonrasından bahsediyor olmalı. Burada bir açıklık yok. 1230 larda Mevlanayla Moğollar arasında casusluk anlamında bir ilişki olduğu konusunda bilgi yok. Kaldıki Moğolların Selçukluyu işgal edebileceği öngörüsüyle ilişkileri önceden iyi tutabilir. Bunuda yapmamıştır. 1240larda Selçuklu içindeki devleti zayıflatan ayaklanmayıda Mevlana başlatmamış. Fars kültüründen bazı Osmanlı padişahlarıda etkilenmiştir. Bunda birşey yok.
    1243 te Anadolunun işgalinden sonra Moğollar Anadoluda Selçukludan daha fazla söz söz sahibi. Çünkü selçuklu artık Moğollara bağımlı sayılır. Mevlananın Selçuklularlada moğollarlada iyi geçinmesinin neresi casusluk anlaşılır değil. Mevlanayla Ahi Evran arasında düşmanlık olması bu günkü bazı cemaatler arasındaki rekabet gibi olmalıdır. Halil İnalcıkın bu tesbitinden bir şey çıkmaz. Birde şunu söyleyeyim Osman beyin dedesi Gündüz Alple babası Ertuğrulda Anadoluya Moğollarla birlikte yada onlardan kaçarak gelmiş bazı kaynaklara göre kayı boyu Müslümanlığı Anadoluda tanımıştır. moğollarda Anadoluda müslüman olmuştur. Neticede işin sonunda hayır vardır.

    Cevapla
  • Özer

    2 Temmuz 2012 at 16:16

    Yukarıdaki arkadaş bir kitaptan alıntı yaparak “bu cümle yeterlidir herhalde” demiş ve konuyu kapatmış. Yazılan bir kitabı okumak bir kişinin o konudaki fikirlerini okumak demektir. O bilgi o konuda yazılan kitaplardan ibaret değildir. Bir kitabı okumak bir kişinin o konudaki fikirlerini okumak demektir. Bu cümleyi kurarak bile ne kadar alamet fakiri olduğunu göstermiştir o arkadaş.

    Moğollar’a karşı neden savaşmadı?
    Seyr-ü Sûluk yalnızca nefse karşı savaşır ve her kişinin savaşı özel ve bireyseldir. Bu sey-ü Sûlükü yöneten bir Mürşid olur. O Mürşid de Mevlana Hazretleri’dir. Tekkelerin veya tarikâtlerin görevi cemiyet halinde kitleleri yükseltmek değildir. Seyr-ü sulûk kişiye özeldir. Bunlar derin mevzulardır. Buralara sığmaz!

    Peygamberlik ve “bu kelâm Allah’tandır” lakırdısına gelince.

    Her ilimin kendine has terminolojisi vardır. Bu terminolojiyi avam anlamaz. Mesnevi-i Şerif başlı başına bir mürşid eserdir. Onunla irşâd olmak, Allah’lı yaşamak, Allah’ta yaşamak, Allah’la yaşamak isteyen mûhibler veya mutasavvuflar içindir. Bu lakırdılar avamı aşar. Daha doğrusu avam kalmak isteyen adamı aşar. Onun Mevlanalığı Muhammed Resûllullah’ın ayağının tozu olmasıdır. Ârif olana bir işaret bile yeter. Aklı apışarasında, türlü ihanette ve fesatlıkla olanlar durumu böyle haince ya da cahilce değerlendirirler.

    Birazcık dahi olsa merak uyandırması dileğiyle.

    http://www.karakalem.net/?article=2865

    Cevapla
  • hakan

    13 Temmuz 2012 at 19:24

    Bir mevlana,ya iftira atmamışlardı onunda yaptılar , bunu kocaman bir yalan olduğunu bütün tarihçiler ve akedemisyenler bilir.Ne gerek var sırf laf olsun diye böyle mevzuları ortaya atıyorlar tabi burada işin özünde islamı karalamakta var !!

    Cevapla
  • Ömer Hacı Ali

    2 Eylül 2012 at 16:17

    Körü körüne Celaleddin Rumi’yi savunanların argümanlarına bakıyorum da, “o sözün anlamı aslında şudur” formunda sürekli rastladığımız tevil yönteminden başka bir şey öne sürmüyorlar. Bu ise Celaleddin Rumi’nin (konumuz itibariyle o, yoksa başka kişiler için de aynı delilsiz savunmalar yapılıyor) hiçbir şekilde hataya bulaşmayacağına kesin imanın bir sonucu herhalde. Bu durumda ondan her ne sadır olursa olsun, açıkça küfür ve şirk içeren bir ifadeyi kendisinden duysanız ya da eserlerinden okusanız dahi (ki aşağıda verdiğim linkleri incelerseniz bunları görürsünüz), aslında öyle dememiştir, bunun farklı anlamları vardır şeklinde muhakkak temize çıkartılmaya çalışılıyor. E bu halde tevil yöntemiyle dünyada temize çıkarılamayacak hiçbir inanç, hiçbir söylem yoktur. Evet, Mesnevi’de açıkça “bu Mesnevi kitabı vahiy ürünüdür” diyor, kendisinden sonraki Mevlevi önde gelenlerinin de eserlerinde, Allah’ın -haşa- insan şeklinde görülmesi ve daha nice sapıklıklar yer alıyor. Mesnevi’yi baştan sona okuyan birinin, içindeki onca edebe aykırı hikayeye rağmen Celaleddin Rumi’ye toz kondurmayacağını sanmıyorum. Belli ki okumadan, sadece isminin etrafındaki kutsallığa körü körüne inanarak insiyaki bir müdafaa geliştiriliyor. Bir insanın İslam dairesi içindeki kıymeti kendinden menkul değildir. Gelin tarih boyunca isimlerine yüklenen kutsiyetle değil, kendi söylemleri ve bıraktıkları eserlerle insanlara değer biçin ve onların kendi eserlerinden delil getirerek onları eleştirenlere, bu delillere rağmen saldırmayın. Yukarıda bir yorumcunun yazdığı “Malum İslamda peygamberlik gibi evliyalık da vardır. Evliyalar ilimlerini geliştirerek bazı sırlara ulaşabilir Hak katında belli bir seviyeyede gelebilirler.” cümlesinin Kur’an ve sünnette hiçbir dayanağı yoktur. Kur’an-ı Kerim iman edip Allah’ın emir ve yasaklarına uyan mü’minleri Allah’ın veli kulları olarak nitelendiriyor, yoksa tasavvuf adı altında tarihsel süreçte İslam’a sokuşturulmuş Hind’in çileci, riyazetçi pratiklerini uygulayarak Kur’ani ve nebevi kavramlarla alakası olmayan kırklar, yediler, evtad, aktab, nüceba, nukeba gibi isimlerle tesmiye edilen, kendilerinde tabiatüstü özellikler olduğu vehmedilen kimseleri değil. Ayrıca vahiy son peygamber Muhammed (sav) ile kesin olarak bitmiş, Allah (c.c.) dini kemale erdirmiştir (bkz. Maide/3) ve hiç kimsenin bundan sonra ve bunun üstüne Allah’tan (c.c.) bazı bilgiler ve bazı sırlar alması mümkün değildir. Lütfen aşağıdaki linkleri inceleyin ve Celaleddin Rumi’ye isnad edilenlerin delilsiz iftiralar olmadığını görün. Bir de lütfen kişilerin ve ekollerin hatalarının zikredilmesinin ve insanların onlar hakkında uyarılmasının İslam’a saldırı olduğu şeklindeki vehimden de kendinizi kurtarın.
    http://www.islam-tr.net/tevhid/11950-tasavvuf-buyuklerinin-kendi-eserlerinden-kufur-akideleri-kitap.html
    http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=4616
    http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=168
    http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=322
    http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=330
    http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=345

    Cevapla
  • İsmail sevinç

    2 Ekim 2012 at 14:30

    Kuranı Kerimde evliyalık makamı vardır. Evliyalar peygamberlere göre derecesi düşük elçilerdir. Kuranı Kerimde ‘Arıya vahyettik’ derken arıya kitapmı yoksa ayetmi indirilmiş oluyor. Vahyin çeşitleri vardır. Herbiri yada herkese gelen direkt ayet hükümü taşımayabilir. Galiba Kuranı Kerimde Musa peygamberin annesine vahyetmekten bahsediliyor. Musa peygamberin annesi peygamber değildir. Bunlar herkesin anlayamayacağı derin mevzulardır. Peygamberlere sadece vahiy geldiği içinmi peygamber oluyorlar sanıyorsunuz. Peygamber oldukları kendilerine bizzat bildiriliyor. Bu konuların ilim sahibi olmayanlar tarafından fazla deşilmemesi daha akıllıca olanıdır. Mevlananın mesnevisinde 18 yaş ve üzeri bilgiler varsa çocuklara okutturulmaz olur biter. Neticede Mevlana özünde iyi birisidir. Kaldıki o kitaba o yazı sonradan başkaları tarafından konmuşsa bunun vebali kimedir. Yinede ben yanılmış olmayayım. En doğrusunu Allah bilir.

    Cevapla
  • İsmail sevinç

    2 Ekim 2012 at 14:58

    Peygamberlik Hazreti Muhammed (asm) ile bitmiştir.Kuranı Kerimde son kitaptır. Ancak şunuda kabul etmek gerekirki Kuran ilmi bizim anlayamayacağımız kadar derinlik ihtiva eder. Bunları açıklayıcı derin ilim sahiplerine her zaman ihtiyaç duyulmuştur. Aklımda kaldığı kadarıyla Kuranı Kerimde Biz elçilerimizi kıyamete kadar birbiri ardına göndeririz elçi göndermediğimiz hiçbir kavme azap etmeyiz anlamını taşıyan bir ayet var. Arayıp bulmaya üşendim.
    İşte bu ayetten elçiliğin evliyalar boyutunda kıyamete kadar süreceği anlamı çıkarılabilmektedir. Bunlar Kuran üzerine olan büyük ilim sahipleri olsa gerektir. Yinede durum ortadadır. En doğrusunu Allah bilir. Mevlanayı sahte peygamberlikle yada kafirlikle damgalamaya kalkarken kendimiz kafir olmayalım. Bunlar deşilmemesi gereken derin konulardır. Bize düşen İslami değerlerimize sahip çıkmaktır.

    Cevapla
  • İsmail sevinç

    2 Ekim 2012 at 15:21

    evliyalık elçilik olmasa Kuranı kerimde geçmesinin hiç bir anlamı olmazdı. Buna birkaç örnekleme vereceğim. Misal Saidi Nursi o meşhur külliyatları yüce Allahın kendisine verdiği ilim ile yazmıştır. Saidi Nursinin evliya olduğuna dair kerameti. Isparta ceza evinde Cuma namazına gitmek için müdürden izin ister. Müdür izin vermez. Müdür kendisi Cumaya gider. Saidi Nursiyi camide görür. Namaz biter acele cezaevine koşar. Saidi Nursi koğuşundadır.Bu anlatılır. Doğru yalan bilmem. Takvim yaprağında görmüştüm. Saidi Nursi islami ilmiyle pekçok Kürde islamiyeti sevdirip teröre bulaşmalarınıda engellemiştir.1925 teki Şeyh Said isyanına destek vermediği gibi pek çok kişinin isyana katılmasını önlemiştir. Mart 1960da Nursi Urfada ağır hasta ölüm döşeğinde. Hakkında Urfadan çıkarılma kararı çıkar. İçişleri bakanı Namık Gedik acele çıkarılmasını ister. Ağır hasta ölüyor derler. Tevatüren Gebersin dediği söylenir. Nursi 23 martta vefat eder. 27 mayısta askeri darbe olur. Gedik ya intihar eder yada öldürülür. Darbenin ilk o kurbanı olur.
    Evliyalığın var olduğunun ikinci delaleti. Osmanlı müderrislerinden Arapzade evliyalık makamına asla inanmazdı. Yok böyle birşey eğer olsa 40 küsür yıldır bu işin içindeyim olsa ben evliya olurdum derdi. Öğrencilerini bu inançdan caydırmaya uğraşırdı. Birgün İstanbuldan Mısıra tayini çıktı. Gemiyle yola çıkılır. Yolculuğu talebeleriyle birlikte yapar. Gemi Girite uğrayacaktır. Orada bir evliya olduğu duyulur. Öğrenciler ziyaret etmek ister. Arapzadeye sende gel derler. Arapzade istemez. Alın şu bir altını verin ona benim için dua etsin tutacakmı bakalım görelim der.
    Öğrenciler adaya çıkıp evliyanın sohbetine katılırlar. Evliya sorar. ‘Hocanız nerede?’. Talebeler ‘O evliyalığa inanmaz. O sebeple gelmedi. Yalnız size bir altın gönderip benim için dua etsin. dedi’ cevabını verirler. Evliya altını eliyle iterek. ‘Allah tez elden onun canını alsın.’ der. Herkes şaşkınlık içinde gemiye döner. Gemi Mısıra doğru yola çıkar. Arapzade gemide talebelere Nuh tufanını anlatmaktadır. Birden fırtına çıkar. Gemi orayaburaya sallanıp durur. Kaptan köşkü uçar. Bir saatlik fırtınadan sonra ortalık durulur. Gemide sayım yapılır. Bütün talebeler sayıca tamdır. Birtek Arapzade bulunamaz.
    Yeterince açıklayıcı bilgiler verebilmişimdir inşallah.

    Cevapla
  • İsmail

    2 Ekim 2012 at 16:09

    Bu Hacı Ömer beyin yazısını daha evvel görseydim muhakkakki anında cevabını verirdim. Maalesef Kuranı Kerimin özünü kavrayamayanlar hatalara düşebiliyor. Ben evliyalığın Kuranı Kerimde geçtiğini gördüm. O kavram elçilik olduğu için var orada. Eğer biz bazı şeyleri bilmeden konuşursak kendi imanımızı yaktığımız gibi, başkalarınıda yanıltmış oluruz. Onlarında günahı vebali bizim boynumuza olur. Kaldıki yüce Allah dilediğinde sıradan insanlara bile sırlarından verebilir. (Allah herşeye gücü yetendir)Bu onları elçi yapmaz o ayrı konu. Mesnevide Allahın insan suretinde görülebileceği iddiasi Mevlananın kendisine ait değil neticede.

    Cevapla
  • ismail

    2 Ekim 2012 at 19:37

    Nihayet siteyede girdim. Mevlananın eğer birebir doğrıysa Hazreti Ali ile ilgili sözlerini tutmadım, onaylamam imkansız. Diğer olaylar bana hikaye geldi. İnanmadım.
    Birde orada başka kimselerin hayat hikayeleri içinde akla yatkın yerler bile sapkınlık olarak gösterilmiş. Yani siteye göre hemen hemen herkes kötü herkes sapkın. Giren İslam Alimliği diye birşey yok diye düşünecek. Evliyalık Kuranı kerimde geçiyor asıl inkar edilmesi sapkınlıktır.

    Cevapla
  • İsmail

    3 Ekim 2012 at 07:58

    Bir insan çok aşağılık günahlar işleyecek ve bunuda kendi yazdığı kitaba yazacak. Normal bir insan böyle günahlar işlemiş olsa muhakkakki bunları kaleme almaya kağıda dökmeye haya eder. Bunu Türk toplumunun değer verdiği o büyük bir isim akıl edemeyecekmi? Sanki tarihten birileri Mevlana Celalettin Rumiye çok büyük bir oyun ediyor. Üstelik Yunus Emre ve daha yüze yakın İslam Alimi bildiğimiz insanlar İslam dışıymış gibi sapıtmış olarak gösterilmiş. (Oysa 1320 lerde vefat etmiş olan Yunus Emrenin 1948 de Eskişehirde türbesi açılmış cesedinin bozulmadığı görülmüştü) Bunun bir adım ötesini ateist sitelerden bazıları peygamber efendimiz Hz. Muhammed (asm) için yapıyor. Ömer Hacı Ali eğer sizin ulaştığınız bilgiler birebir doğruysa muhakkakki Mevlana yandı demektir. Eğer yalan yada yanlışsa siz yanarsınız. Birde o site çok fazla insanı çok kötü bir şekilde karalıyor ve eğer siz bunların tamamını onaylıyorsanız muhakkakki en azından bazılarında kesin bir yanılgı içerisindesiniz demektir. Bence kendinizi riske atmaya deymez. O site art niyetli başka başka amaçlarada hizmet ediyor olabilir. En iyisimi siz o siteden uzak durun. Benimkisi sadece bir tafsiye.

    Cevapla
  • İsmail

    3 Ekim 2012 at 10:08

    Mevlanadan geçelim ama o sitedekiler bazı sırlara eremediklerinden olsa gerek herkesi yalancı herkesi sapkın yapmışlar. Doğrularla yanlışlar birbirine karıştırılmış. Neticede bence zararlı bir site. Girenin imanına zarar verecek nitelikte. İsterseniz bütün yorumlarımı iptal edebilirsiniz. Size bırakıyorum.

    Cevapla
  • Ömer Hacı Ali

    14 Ocak 2013 at 00:55

    Kur’an kavramlarının birçoğu tarihi akış içerisinde çeşitli mahalli kültürlerin etkisiyle asıl anlamından koparılıp bir takım düşüncelerin ifade vasıtası yapılmış ve hayata bu şekliyle geçirilmiştir. Toplumda veli veya evliya kelimesi de, ne lügat manası, ne de Kur’an’da kullanıldığı mana ile değil; daha çok bu kelimeye sonradan kazandırılmış manasıyla kullanılmaktadır. Geleneksel anlamda veli (veya evliya); benliğini Allah’ta yok etmek suretiyle bir takım üstün vasıflar kazanarak, harikulade şeyler gösterebilen büyük insan anlamında kullanıl¬makta, hatta daha da ileri gidilerek Allah adına kainatın idaresini düzenlemeye yetkili kişiler olarak algılanmaktadır, fakat bu anlamıyla Müslümanlar arasında yaygınlaşan bu veli kavramının menşe itibariyle İslamiyet’le bir ilgisi yoktur. Kur’an-ı Kerim’de ise bir “makam” olarak velilik veya evliyalık makamı, hele hele yukarıdaki yorumcunun bahsettiği gibi peygamberin derece olarak biraz altı olan bir makam olduğu kesinlikle yer almaz. Kur’an’da veli ve evliya kelimeleri şu şekilde geçmektedir:
    a) Gerçek Veli Allahtır
    Kur’an-ı Kerim’in bir çok ayetinde Allah’ın müminlerin velisi ve yardımcısı olduğunu görmekteyiz:
    «Bizim velimiz sensin öyleyse bizi bağışla, bizi esirge, sen bağışlayanla¬rın en hayırlısısın.» (A’raf, 7/155)
    «Allah iman edenlerin velisidir.» (Bakara, 2/257)
    «Allah müminlerin velisidir.» (Al-i İmran, 3/68)
    «Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır, diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. » (Tevbe, 9/116)
    Bu ayetlerin sayısını çoğaltmak mümkün. Ayrıca aynı konudaki şu ayetlere bakılabilir: 6/51, 70, 9/74, 13/37, 29/22, 32/4, 42/31 vd.
    Buradaki veli kavramı; Allah’ın dost, koruyan, kollayıcı, yardımcı, yakın, sahip manalarına gelmektedir. Bu nedenle müslümanların yalnızca Allah’ı veli edinmeleri gerekmektedir.
    b) Allah’tan Başka Veli Edinmemek Gerektiği
    «Onların Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek velileri yoktur.» (Şura, 42/46)
    «Yoksa O’nun dışında bir takım veliler mi edindiler, işte Allah, veli olan O’dur. Ölü olanları da diriltir. Her şeye güç yetiren O’dur.» (Şura, 42/9)
    «Haberin olsun halis (katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır, O’ndan başka” veliler edinenler (şöyle derler):
    ‘Biz bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.’ Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah yalancı kafir olan kimseyi hidayete eriştirmez.» (Zümer, 39/3)
    Ayrıca kafirlerin (3/28, 4/139, 4/144,3/28), Yahudi ve Hıristiyanlar’ın (5/51, 5/57, 5/81), şeytanların (4/7, 7/27,18/50) ve zalimlerin (45/19,60/1) veli ve yardımcı olamayacakları müminlere bildirilmektedir.
    c) İnsan Vasfı Olarak Veli
    «İyi bilin ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah’a inanmış ve muttaki olmuşlardır.» (Yunus, 10/62-63)
    «Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler. Allah’a ve rasulüne itaat ederler, işte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.» (Tevbe, 9/71):
    Allah’ın dostları olduğu gibi şeytanın da dostları vardır. Allah’ın velilerine korku ve üzüntünün olmadığını, onların muttakiler olduğunu görüyoruz.
    «Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyi olmak demek değildir. Asıl iyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, O’nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve kölelere mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir, işte onlar doğru olanlardır. Müttakiler de onlardır.» (Bakara, 2/177)
    Bu ayette takva sahibinin yani velinin özellikleri sıralanmaktadır. Takva iman ve davranışlardır, İslam’ın yaşanması, hayata geçirilmesidir. Kur’an’ın rasulün hayatıyla örnek davranışlar haline, yaşayan Kur’an haline gelmesidir. Burada da görüldüğü gibi Kur’an’dan insan davranışlarına bir yön vermesi ve hedef göstermesinin müşahhas örneklerinin anlatıldığına şahit oluyoruz.
    İnsan tek boyutlu bir varlık değildir. O çevresiyle, birlikte yaşadığı insan¬larla ve yaratıcısı ile sürekli bir ilişkiler bütünü içerisinde inanç ve hareketler sergilemektedir. Buna inanma ve salih amel de diyebiliriz. Kur’an bize bunun yolunu göstermektedir. Mümin ve müslüman olmanın, veli olmanın yolu Kur’an ve sünnete uygun yaşamaktan geçer. Kur’an takva sahibi olmamızı istiyor. Hatta daha da ileri giderek gerçek müminlerin takva sahiplerine önderler olmasını öneriyor. Bu da yaşanan hayata yön verip İslam’a uygun bir şekilde örneklik yapmakla mümkündür. Allah’ın dostlarının kerameti, ihsanı, takvası, Kur’an’ı yaşanan bir hayat haline getirmesidir. Bazılarının anladığı gibi kainata tasarrufta bulunma, dualara icabet etme, öldüklerinde geri kalanları mezardan idare etme, mezarları üzerinde kubbeler inşa edilme şeklinde değildir.
    Maalesef bu anlayış diğer dinlerde olduğu gibi müslümanlarda da genel olarak yaygınlık kazanmıştır. Oysa risaletlerin hepsinde Allah’ın dini böyle bir uygulamayı reddetmekte, tamamen dışlamakta ve muttaki müminlerden başka evliya tanımamaktadır.
    Kur’an bu konuda peygamberimize şöyle buyurmaktadır:
    «De ki: Ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir yarar, ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.» (A’raf, 7/196)
    Yine Kur’an’da insanların kalplerine tasarrufta bulunmak, hakka meyletmeyen kimselerin kalplerine imanı yerleştirmek ve buna benzer hususlarda peygamberlere bile yetki verilmediği (27/80, 35/22-24) halde bir takım insanlara takva adına Kur’an dışı ilahi sıfatlar vermek İslam’ı bilmemek veya bile bile düşmanlık etmek demektir.
    Veli olmak eşyanın tabiatını tersine döndürmek suretiyle değil, bilakis eşyanın tabiatı gereğince, sünnetullahın açığa çıkması, fıtratın gelişmesi ve Allah’ın razı edilmesiyle mümkün olmaktadır.
    Allah katında yalnızca takva ile insanlar birbirlerinden ileride olabilmektedirler. Bu da azabından korunma ve rızasını kazanmak ile mümkündür. Kim Allah’a onun bildirdiği gibi inanır ve salih amel işlerse, işte kurtulanlar yalnız bunlar olacaklardır.
    Peygamberlerin hepsi Allah’ın veli kullarıdır. Onlar Allah’ı razı etmişler, tevhidi hayatlarında uygulamışlar ve en güzel şahitler olmuşlardır. Müminler de Allah’ın veli kullarıdır. Allah inanan ve salih amel işleyen kullarını veli (dost) edinmektedir. Velinin büyüklüğü buraya kadardır. Bunun üzerinde bir büyüklük Allah’ın belirlediğine göre kulları için söz konusu değildir.
    Müslümanlar da ayrıca birbirinin velisidirler. Birbirine yardım eden, bağışlayan, malından yediren, koruyan, kollayan insanlardır. Muhacir ve ensarın birbirlerini veli kabul etmeleri, peygamberi veli kabul etmeleri ve uygulamaları ile elimizdeki sağlam bilgiler bizler için örnek teşkil etmektedirler.
    İslam akaidinde bazı dini çevrelerde bilinen anlamda kişilere kutsallık izafe edilerek, hatta onları insanlık vasıflarının da üzerine çıkarmak gibi hayali tipler icat etmek anlayışına yer yoktur. Kur’an’da net bir şekilde açıklanan “evliya’nın diğer insanlardan farkı; beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkaladelikler göstermesi veya günahları bağışlaması değil, tevhidi bir inanca sahip olması, münkerden kaçınması ve marufu emretmesi, her türlü şirke, zulme, haksızlığa karşı tavır sahibi olmasıdır.
    Vahyin çeşitleri vardır denilmiş, evet doğrudur, Yüce Allah’ın insanlarla konuşması ilham, rüya ve elçi aracılığıyla olur. Bunların üçü için de Kur’an’da vahyetmek tabiri kullanılıyor. Ancak dini anlamda bağlayıcılığı olan, daha açık bir ifadeyle ortaya bir din koyan elçilerine yani peygamberlerine Cebrail vasıtasıyla verdiği vahiylerdir. Ama “Peygamberlere sadece vahiy geldiği için mi peygamber oluyorlar sanıyorsunuz. Peygamber oldukları kendilerine bizzat bildiriliyor.” ifadesi biraz garip olmuş. Kendilerine bizzat bildirilmesi zaten Cebrail vasıtasıyla gelen vahiyle oluyor, burada başka bir durum yok ki!

    Yukarıdaki yorumcunun yorumunda başından sonuna kadar birkaç defa tekrarlanan ve aslında tüm yorumda dillendirilenlerin anlamsal omurgasını oluşturan bir fikir-bir önerme var: Kur’an-ı herkesin anlayamayacağı, ancak ayrıcalıklı bir sınıfın anlayabileceği ve tam da bu yüzden insanların Kur’an’ı anlamak için okumalarının beyhude bir uğraş olacağı fikri. Oysa Kur’an ısrarla bunun tam tersini, hem de kaç ayetinde vurguluyor:

    Kamer 17: Andolsun biz, Kuran`ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?

    Nur 34: Yemin olsun ki, size, gerçeği açık-seçik anlatan ayetler, sizden önce gelip geçmiş olanlardan örnekler, korunanlar için de bir öğüt indirdik.

    Hicr 1: Elif, Lâm, Râ. İşte sana o Kitap`ın ve açık anlatımlı Kuran`ın ayetleri.

    Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.

    Kehf 54: Andolsun ki, gerçekten Biz bu Kuran`da insanlara ibret olacak her türlü misali tekrar tekrar açıklamışızdır. İnsan ise her şeyden çok tartışmacıdır.

    Yasin 69: Ona şiir öğretmedik, zaten bu ona gerekmez de. Bu, bir uyarı ve apaçık bir Kur’an’dır.

    Hud 1-2: Elif lam ra. (Bu,) bir Kitaptır ki, hikmet sahibi, herşeyden haberi olan (Allah) tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış ve güzelce açıklanmıştır. Ta ki Allah’tan başkasına tapmayasınız. Ben de, O’ndan size (gönderilmiş) bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.

    Bunun gibi birçok ayet varken ve Kur’an’ın sıfatlarından biri de “Mübin” (manası apaçık) iken, Kur’an’ı herkes anlayamaz dediğimizde bu davranışımızın dinen hükmü, Allah`a iftira değil midir! Hem bakın Hud suresinin 2. ayetinde Allah’tan başkasına kulluk etmememiz için Allah’ın açıklama işini bizzat üzerine aldığını buyuruyor. Demek ki kendisinden başkasının açıklamasına inanmayı Rabbimiz o açıklayana kulluk etmek olarak niteliyor.

    “Kur’an-ı Kerim’de Biz elçilerimizi kıyamete kadar birbiri ardına göndeririz elçi göndermediğimiz hiçbir kavme azap etmeyiz anlamını taşıyan bir ayet var. Arayıp bulmaya üşendim. İşte bu ayetten elçiliğin evliyalar boyutunda kıyamete kadar süreceği anlamı çıkarılabilmektedir.” denilmiş. Keşke üşenmeyip Kur’an’a baksaydınız. Zira var olmayan bir ayet uydurmuşsunuz. “Elçilerimizi birbiri ardına gönderdik” ifadesi (kıyamete kadar ifadesi olmadan) Mu’minun 44’te geçiyor ve burada desteklemesi için zikrettiğiniz anlamla hiçbir ilgisi yok. “Elçi göndermediğimiz hiçbir kavme azap etmeyiz” ifadesi ise İsra 15’te geçiyor. Elbette ki Kur’an’ı henüz ulaşmamış olanlara tebliğ etmek kıyamete kadar tüm müslümanların vazifesidir ve bu ayetten de bu anlam çıkıyor. Ama ne bu iki ayette, ne de Kur’an’ın hiçbir yerinde
    “elçiliğin evliyalar boyutunda kıyamete kadar süreceği anlamı çıkarılabilmektedir” tezinizi destekleyecek hiçbir ifade yoktur. “Veli” ya da “evliya” kelimeleri bu bağlamda ve bu anlamda hiçbir ayette geçmemektedir. Hal böyle iken, bu iddiaları dillendirmek sizce insanı “Onlardan bir grup var ki, Kitap’ta olmayan bir şeyi, siz Kitap’tan sanasınız diye dillerini Kitap’la eğip büker (sözlerini Kitab’ın sözü imiş gibi göstermek için kelimeleri dillerinde bükerek okur, onları Kitab’ın sözlerine benzetmeğe çalışır)lar ve o Allah katındandır derler. Oysa o Allah katından değildir, bile bile Allah’a karşı yalan söylerler” (Al-i İmran 78) ayetinde belirtilen kapsama sokmaz mı? (Sizin bile bile bunu yapmadığınızdan eminim) Hem “evliyalık elçilik olmasa Kuranı kerimde geçmesinin hiç bir anlamı olmazdı” ne demek Allah aşkına? Kur’an-ı Kerim’de geçen her terim, elçilik anlamına mı gelmektedir? Terimleri ve kavramları Allah’ın yüklediği manalarla anlamak ve anlatmak durumundayız, sahte kutsallıklara Allah’ın kitabından dayanak arama peşinde olanların yükledikleri manalarla değil!

    İnsanları açmaza düşüren durum genellikle isminin etrafında bir kutsallık olduğu anlatılagelen kişilerle aykırı düşmek korkusu oluyor. Oysa açıkça Kur’an’a yani Allah’a aykırı düşmek asıl korkulması gereken durum olmalı. Diğer yandan adı geçen kişileri ille de temize çıkarmak gibi bir vazifemiz de yok. Eğer eserlerindeki hatalar (ki “mübin” olan Kur’an’a açıkça aykırı unsurlar içeren hiçbir söz ya da yazıyı Kur’an’ı tevil etmeye çalışarak temize çıkarmak mümkün değildir, yani Kur’an’a aykırı olan her şey kesinkes hatalıdır) kendilerinden kaynaklanmayıp sonradan onlara mal edilmişse onların bunda bir günahı olmayacağı da açıktır. Fakat biz aynı dönemde yaşamadığımız bu insanları eleştirirken de savunurken de bize gelen eserlerini hedef alıyoruz, yoksa elbette kendileriyle oturup sohbet ederek, ağızlarından duyduğumuz bir sözü değil. Ancak başkalarının onların adına uydurmuş olabilme ihtimali yüzünden bugün elimizde bulunan binlerce sayfa bidat ve hurafeyi eleştirmekten vazgeçecek de değiliz. Zira insanlar eğrisi ile doğrusu ile o eserlerde yazılanlar üzerine fikir, görüş, hatta itikad bina ediyorlar. Gerçi insanlar Kur’an’ı okumadan inandıkları gibi -nasıl oluyorsa!- sözkonusu kitapları da okuyarak inanıyor değiller, zira okusalardı bunca saçmalığın inanılacak tarafı olmadığını görürlerdi. Lakin insanlar Kur’an’ın aydınlığında gerçek dinin doyuruculuğuna ulaşamadıkları için, açlıklarını aldatıcı bir kutsallık yumağı içinde şifahi-sözlü bir din algısı içinde kendilerine anlatılan “esatir” içinde yuvarlanıp gidiyorlar. Tıpkı yorumlarınızda güya delil olarak anlattığınız masallar gibi. Açıklayıcı olduğunu ileri sürdüğünüz hikayelere bir bakın. Birisi bir başkasının ölümünü diliyor ve o kişiler anında ölüyorlar ve bu da onların “evliya” olduğunun delili oluyor. Size tavsiyem takvim yapraklarını bırakıp kısa vadede Haksöz sitesinden verdiğim linklerdeki yazıları okuyup üzerinde düşünmeniz ve uzun vadede tüm bu evliya ya da benzeri sıfatlarla tabir edilen kişilerin eserlerini birebir Allah’ın ayetleriyle karşılaştırarak sistemli bir okuma yapmanız. Bunu dini sadece Allah’a has kılmanız için samimiyetle diliyorum. Anlaşılan sadece birinci sırada linkini verdiğim siteye girmişsiniz. Oradan da yanlış bir izlenim edinmişsiniz sanırım, zira site herkesi sapkın olarak anlatıyor diyorsunuz. Halbuki sitenin yorum yaptığı bölümler çok sınırlı. Sizin de söylenmiş olmaları halinde söyleyeni sapkın durumuna düşüreceğini anladığınız sözler, sitenin ithamı olan sözler değil, birebir bahsi geçen kişilerin eserlerinden alınan ifadeler. İnanmayan gidip ilgili eseri bulur ve tetkik eder, nasılsa cildine ve sayfa numarasına kadar kaynaklar verilmiş. Hem böyle kutsallaştırılan kişileri ve Kur’an’a aykırı ifadelerini eleştirmek kimsenin imanına zarar vermez merak etmeyin. İmana zarar verecek olan, Kur’an’a aykırı şeylere inanıp Allah korusun Kur’an’ı eleştirir pozisyona düşmektir. Dediğim gibi eleştirenlere saldırmadan önce eleştirdikleri şeyleri bir tetkik edin. Ama ciddi ciddi, emek harcayarak, ilmin hakkını vererek, ezberden konuşanların etkisinde kalmadan tetkik edin. Eğer eleştirilerimizde haksız isek tekrar saldırabilirsiniz.

    Hiç samimi bulmadığım bir ifadeniz de “Mevlananın mesnevisinde 18 yaş ve üzeri bilgiler varsa çocuklara okutturulmaz olur biter. Neticede Mevlana özünde iyi birisidir.” cümlesi oldu. Bu tür edebe aykırı ifadelerin geçtiği herhangi bir kitabı, kitabın geri kalan kısımlarında daha düzgün anlatımlar var diye mazur görür müsünüz? Görmezsiniz değil mi? Peki Mevlana’da niye çifte standart uyguluyorsunuz? Ha tabi, Mevlana özünde iyi biri öyle değil mi? Yoksa kimin özünde iyi biri olup olmadığını ölçen bir alet var da bizim mi haberimiz yok? Mesele tam da burada işte, hiçkimsenin iyiliği ya da kötülüğü kendi dışında olmadığı gibi, hiçkimsenin kutsallığı da kendinden menkul değildir. İnandıkları, savundukları, sözleri, yapıp ettikleri kişiyi iyi ya da kötü yapar. Siz eğer bir kimsenin elinden ve dilinden sadır olanlara bakmaksızın sanki hakkında vahiy gelmişçesine mutlak iyiliğine ve yanılmazlığına hükmederseniz, artık ondan gelebilecek her türlü yanlışı da doğru zannederek başüstü edersiniz. Burada da filanca kimsenin mutlak iyi olduğu ön kabulüyle elinden ve dilinden ne çıkarsa çıksın kabul etmek değil, elinden ve/veya dilinden çıkanlarla, eserleriyle kişinin iyiliği ya da kötülüğü hakkında bir kanaate varmak, takip edilmesi gereken doğru usuldür.

    “Mevlanayı sahte peygamberlikle yada kafirlikle damgalamaya kalkarken kendimiz kafir olmayalım. Bunlar deşilmemesi gereken derin konulardır. Bize düşen İslami değerlerimize sahip çıkmaktır.” demişsiniz. Öncelikle hiçkimseyi hiçbir şeyle damgalamıyorum. İslamiyette deşilmemesi gereken derin konular da Allah’ın belirttiği birkaç şeyle sınırlıdır (mesela gaybı taşlamamak, kıyamet saatiyle ilgili tartışmamak gibi, fakat nedense bunlarla uğraşan, sizin ifadenizle bunları deşen kimseler de hep bu sizin savunduğunuz türden kişilerdir.) Bize düşenin İslami değerlerimize sahip çıkmak olduğunda ise kesinlikle hemfikiriz, zaten tam da bu yüzden, onlara sahip çıkabilmek için, sonradan eklenmiş bunca uydurmayla mücadele etmemiz gerekiyor.

    Bazı ifadelerinizden de “evliyalık” teriminin (ki toplumumuzun kullandığı teknik olarak da hatalı bir ifadedir, doğrusu velilik olmalı) “İslam alimi” tanımıyla aynı anlama geldiğini düşündüğünüzü çıkardım. Tasavvufta kullanılan “evliya” teriminin ilim adamı anlamındaki alimlikle hiçbir alakası yoktur. En başta, ilim çalışma ve emek vermeyle kazanılır, tasavvufçular ise üstüne basa basa bilgilerini -ne biliyorlarsa!- hiç çalışmadan vehbi bilgi olarak aldıklarını söylerler ve kesbi ilim olarak niteledikleri bildiğimiz çalışmayla elde edilen ilmi küçümserler. Bu tür yaklaşımları İbni Arabi başta olmak üzere çok sayıda tasavvufçunun eserlerinde ve çok miktarda görebilirsiniz.

    Netice itibariyle bir kez daha belirtmekte fayda var ki, terimleri ve kavramları Allah’ın yüklediği manalarla anlamak ve anlatmak durumundayız. Burada ifade etmek istediklerimi dilim döndüğünce ifade etmeye çalıştım, yoksa bir atışma, cedelleşme niyetim yoktu. Bundan sonra cevap mahiyetinde bir şey de yazacak değilim. Yazının hacmi de bir yorum yazısı için hayli fazla oldu, umarım sitenin editörü yayınlar. Hakkınızı helal ediniz.

    Cevapla
  • ismail

    15 Ocak 2013 at 01:42

    Kuranda EVLİYA diyen ALLAH..
    Evliyayı DOST diye çeviren Kullar..
    Evliya Arapça Türkçe sözlüklerde = yardımcı,dost,akraba,hami,veli,Evliya;efendi,sahip,

    Sözlüklerde bunca karşılığı varken,EVLİYA olarakta tercümesi verilirken Türkçede karşılığı olan her kelimenin MANASI FARKLI iken NEDEN DOST diye İSRAR EDİLDİĞİNİ..Yer yüzündeki Teceliye bakan Aklı selim KULLARIN Fark edememesi Mümkünmü..
    türkçede Evliyanın manası tam yansıtmasada

    EVLİYA(Veli. C.) Veliler. Nefsine değil,dâimâ Cenab-ı Hakk’ın rızâsına tâbi olmağa çalışan,ibâdet ve taatta,takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar. (Bak:Veli)
    EVLİYA-İ İZÂM Büyük evliya.
    Türkçede veli nin manası tam yansıtmasada

    VELİ Sahib,mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza Allah’a (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât. * Cenab-ı Hakk’ın (C.C.) isimlerinden birisi.
    Evliya Tasavufi mana itibarı ile MÜRŞİDİ KAMİL..Kurani ifade ile VELİYYEN MÜRŞİDA..Yani DOĞRU YOLA GÖTÜREN REHBER..
    Allah Ve Resulunun VEKİLİ kurani ifade ENABE.
    Kuranda EVLİYA yı Enabe’yi,VELİYYEN MÜRŞİDA’yı dost diye çeviren lerin İSLAM’A ve Hakikatın anlaşılmasına ENGEL OLUŞLARI tartışılabilirmi..
    ———–
    Tarikat yoluna girenlerden duyuyoruz. Hepsi Kuranı Kerim üzere. Tabiiki Kuranı Kerim apaçık anlaşılır bir dil işe yazılmıştır.
    Peygamberimizin hadisi şerifi, Kuranı Kerim içiçe yedi mana üzeredir, bana bu manaların tamamı verildi. der.
    Şimdi normal bir vatandaş ile ilim sahibi birisinin Kuranı Kerimi okuyarak ayetlerden çıkarabileceği anlamlar aynımıdır? Buradan kasıt normal bir vatandaş sadece tekbir anlam çıkarır. İlim sahiplerinin çıkaracağı anlamın 7ye kadar yolu var demektir bu.
    Tarikat yoluna girenlere öğretilenlerde Kuranı Kerimden öğretilmektedir. Bunu derin ilim sahipleri öğretmektedir. Yol yine Allahın yoludur. Öğretilenler uygulandığında dünyasıda rüyasıda ibadet haline gelen insanlar var. Uykusunda miraca çıkan, gök katlarını gören ayrıca sevaplarıyla kazandıkları gösterilen insanlar mevcut. Yani ibadetlerinin karşılığı uykusunda gösteriliyor. Cenneti cehennemi gördüm diyenlere rastladım.
    Sıradan vatandaş olarak Kuranı Kerime sarılalım. İlmimizi derinleştirecek Kuran üzere olan bir mürşidi kamile bağlanmazsak kendi başımıza kalacağımız bu sebep ile fazla birşey öğrenemiyeceğimiz gibi bu yola hizmet edecek yeni insanları yetiştirmekte mümkün olmayacaktır. Yani müminlerin birbirine veli olması yine bir mürşidi kamilin önder olmasından geçiyor. Ancak bu bağlılık muhakkak aşırı olmamalı. Sevgide saygıda Allah geri planda kaldığı an sapıtma başlar. Evliyalık alimin ilmidir. Allah yolunda hizmetidir. Peygamberlikle tabiiki bir tutulmamalıdır. Peygamberlere cebrail geliyor. Benim yazdığıma yanlış manalar yüklenmemeli.
    Şimdi Abdülkadir Geylani hazretleri evliya değil diyelim.
    Hatayda yılancı hacı macit var idi. Vefat etti. Tuzu alıp okuyor. Bir yıl süreyle hiç kimseyi ne yılan nede akrep yada böcek sokmuyor. Kuduz bile ısırmıyor. Bu Hacı Macit bunu bulan Abdulkadir Geylani hazretleri demişti. Bunu Geylani muhakkakki Kuran ilmiyle bulmuştur. Geylaninin Evliyalığı buradadır.
    Mevlanaya gelince belki bizim bilmediğimiz birşeyler vardır. Mevlana şöyle böyle demek için onu görüp bilmek o zamanları yaşamak lazımdı. 750 sene sonrasından şöyle böyle demek doğru değildir. Bazı konularda yorum yapmamak daha doğru.
    Ben muhakkakki istem dışı yanlış yorumda bulunmuş olabilirim. Ezberden yazmıştım.Kusurumuz varsa Allah affetsin. Muhakkakki herşeyin en doğrusunu Allah bilir. Yazıyı incelemeye devam ediyorum gerekirse yeni cevaplar gelecek.

    Cevapla
  • ismail

    15 Ocak 2013 at 01:57

    Ya Hacı Ömer Ali sen kuru bilgi veriyorsun biz içinde olanlardan biliyoruz. Kuranı Kerimde 40ın üzerinde evliyalık üzere ayet var. Sen oradan bir iki yada üçünü beşini çekerek evliyalığı yok edemezsin. Evliyalığında şeytani ve rahmani yolları var. Sen rahmani olana bak. Arapzade örneğini vermişiz yukarıda canlı canlı.

    Cevapla
  • ismail

    15 Ocak 2013 at 02:54

    Elçilerle ilgili ayeti benim yazdığım şekliyle televizyonda dinlediğim şekliyle yazdım. Kontrol etmem gerekirdi. Ancak Yasin suresinde anlatılan şehir halkına gelen ve sayıları 3ü bulan elçilerin peygamber olduğu nerede yazıyor. Bu durum emsal gösterilerek Peygamberlik mertebesine ulaşamamış olan elçiler vardır denebilir. Bu ayet bu duruma örnek teşkil eder. Yinede en doğrusunu Allah bilir.
    Yasin 13-14 Onlara şu şehir halkını misal getir. Hani onlara elçiler gelmişti.İşte o zaman biz onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar’Biz size gönderilmiş Allahın elçileriyiz.’ dediler.

    Cevapla
  • ismail

    15 Ocak 2013 at 15:11

    Benim bilgim eksik olabilir. Ancak bunlarda anlatılmaktadır. Ben sizin yazdıklarınızı doğru kabul edeyim. Ancak mademki siz biliyorum diyorsunuz. yukarıdaki yazılanlarada tam olarak açıklama getirin benimde gösterip ona göre ikna etmem gereken insanlar var. Çünkü bunlar bizim ilim diye önümüze çıkarılanlar Saygılar

    Cevapla
  • İsmail

    15 Ocak 2013 at 15:52

    Ben sizin bilgileri ileri süreyim. Ancak herkes kendi bilgisini doğru kabul ediyor. Yukarıda yazılan mevzular göstereceğim kişiler tarafından ısrarla önümüze sürülecek. İncelenmesi izah edilmesi gereken durumlar tam açıklandığında bizde ikna olmuş olalım.
    Malum Hazreti Ali Kuranı Kerimden çekilen bir ayet ile kafir ilan edilmiş bu ayet delil gösterilerek birde şehit edilmişti. Kuranı Kerim kullanılarak yanlış yapılmıştı.
    Şimdi biz eksik bilgimizle evliyalık yok deyip ilim sahiplerinin önüne set çekmiş olmayalım. Aynı yanlışa biz düşmeyelim.Yoksada rüyasında göğe çıktığını görenlerin cehennemi, sırat köprüsünü gördüm diyenlerin anlattıklarına ne diyeceğiz. Bunların senelerdir gittikleri yol bu onları bu kadar yazıyla nasıl ikna edeceğiz. Malum ya herkese kendi bildiği doğru geliyor.

    Cevapla
  • ismail

    15 Ocak 2013 at 17:36

    Evliyalık yolu çalışmalarla herkesi bu yolun içine almaya çalışmak. Tarikatcılık yada Allaha ulaşma yolu. Ölmeden ölmek gibi kavramları içeriyor. Yani bu yola giren ve doğru düzgün olan herkes evliya olabilir. Bu yolu açanın aynı rütbesine ulaşılabilir. Kuranı Kerim üzerine çalışan ilim sahiplerinin açtığı bir yol olup herkesi bu yolda ilerletmek.Kuranı Kerime ve peygamberimizin sünnetine yada bir manadada Allahın ipine sarılmak. Şu kısmın izahı zor.
    Mürşid yani Rehber, insanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan vasıtadır. Talebe rehberini ne kadar çok severse, Onun kalbinden feyz alması da, o kadar çok olur. Mürşid vesiledir, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, mürşidlerinin kalbleri vasıtası ile, kendi kalbine gelen feyzleri neşr eden bir vasıtadır. Maksat, Allahü teâlâdır..

    Cevapla
  • ismail

    15 Ocak 2013 at 19:02

    Hilmi Kutlubay hoca. Evliya gurubundan. Keramet sahibi. Bir sürüde müridi var. Gaziantepte 1998de Sadettin Teksoy ziyaret etmişti. Horoza ayet olan bir muska yazıyor. Ateş ediyor. Saçmalar horoza isabet ediyor. Tüyü kopuyor. Ancak hayvanın derisine işlemediğinden ölmüyor. Zararda görmüyor. Ayrıca doktorların iyileşmez dediği yürüyemeyen hastaları yürütmüştü. İnternette videoları var.

    Cevapla
  • Hidayet

    30 Ocak 2013 at 00:32

    Ismail kardes siz hicbir ayet veya hadis yazmadan, sadece ordan burdan duydugun masallari delil olarak one suruyorsunuz. Haci Omer kardesim size sadece ayet ve hadisten delil getirmis ve siz onun delil olarak getirdigi ayet ve hadislere Saadettin Teksoy’dan veya “evliya!”diye adlandirdigin sahislarin hikayeleriyle itiras ediyorsunuz. Ben size acik soyluyorum, gencligimde bende Mevlana’ya cok deger verirdim. Sonra bir dost bana Nesnevi’deki sirk ve ahlaksizliklari gosterdi. Hayret ettim ve o gun Nesnevi’yi yaktim. Inaniyorum ki sizde nesnevi’yi hakkiyla okusaniz, onu yakacaginizdan eminim. Selametle

    Cevapla
  • ismail

    6 Şubat 2013 at 21:21

    Mevlananın menevisini tamamen gözden geçirdim. Anlatılmaması gereken birkaç ahlak dışı hikaye var. Söylenmemesi gereken bazı kelimeler var. Açıkça küfre giden hangi sözleri var anlayamadım. Belki gözden kaçmıştır. Bilen varsa açıklasın bir daha bakalım. Adam ne bilsin gün gelip matbaanın bulunup bu yazıları herkesin okuyacağını. Tembih içeren güzel anlatımları ve Kurandan örneklemeleride var. Diğer eserlerini bizzat göremediğimden birşey diyemiyorum. Yazılarım konar yada konmaz Mustafa beye kalmış.

    Cevapla
  • İsmail

    1 Mart 2013 at 23:14

    Bu günkü zaman gazetesi Mevlana Celalettin rumiye şer güçlerince art niyetle atılan iftiraları yazmış.
    Hoşgörü ve diyoloğun timsali Mevlana Celaleddin Rumi hak etmediği iftiralara maruz kalır. Hz. Mevlananın moğollara karşı para karşılığı ajanlık yaptığı, bu nedenle düşmanlık beslediği nasrettin hocayı (1261de)ve hatta istilacılara karşı direnen öz oğlunu öldürttüğü iftirası belli aralıklarla gündeme getirilir. Sanki dinler üstü biriymiş gibi gösterilir. Evrimcilikle suçlanır. İslamın dışında kalan uydurulmuş bir din veya bazı batıl ideolojileri benimseme iftirası atılır. Oysa Sezayi Karakoçun dediği gibi Mevlana bir islam ereni, önderi, düşünürü, şairi. Zaten mevlananın hepimizin bildiği canım tende oldukça Kuranın kölesiyim. Allahın seçkin kulu peygamberi Hz. Muhammedin yolunun toprağıyım. Her kim benden bunun dışında bir söz naklederse hem o sözden şikayetçi olurum hem nakledenden. sözü bile bu konudaki hakikati ortaya koyuyor.
    yazı böyle o kadar kötülenen mesneviye baştan sona baktım. Söylendiği gibi küfür kitabı olmadığınıda gördüm. Birileri nasılsa 740 yıl önce ölmüş hak arayamaz diye her türlü iftirayı atıyor..

    Cevapla
  • alper turker

    30 Haziran 2013 at 00:00

    Mevlana kendini bir peygamber gibi görür. Bunu sebebi inançlarından kaynaklanır. Zira o Hululiyye mezhebindendir. Bu ona Mecusilerden, özellikle Şems’ten geçmiştir. Mevlana’nın doğduğu Belh şehri Mecusiliğin kurucusu Zerdüşt’ün ikinci memleketidir. Burası Mecusiliğin kutsal kitabı Avesta’nın fikirlerinin hâkim olduğu bir yerdir. Burası İran Gnostizm’inin, irfancılığının merkezidir. Yine burası Budist düşüncenin iyi bilindiği bir yerdir. Yine Belh, tasavvufi düşüncenin çok erken geliştiği bir yerdir. Daha doğrusu Belh kentinin düşünce yapısı tasavvufa çok müsaittir. İbrahim Ethem, Şakik-i Belhî Belh’lidir.
    Mevlana; Hallac-ı Mansur, Bayezdid-i Bistami, Ebul Hasan Harakani, Şakîk-i Belhî gibi İranlı, İran kültürünün temsilcisi bir mutasavvıftır ve bu mutasavvıflar Hulûliye mezhebindendir, Mevlana da Hulûliye mezhebindendir. Hulûl felsefesine göre, Allah insanlara hulûl eder. Özellikle, Zerdüştler panteist, hulûliyecidirler. Bu Mecusi itikadına göre; kişi riyazet yaparak, bir takım çilelerle, zikirlerle Allah’la bütünleşir. Devamında Allah, insan benliğine hulul eder ve kişi artık ilah kesilir, artık konuştuğu her şey Allah’tan olur. [13]
    Mevlana’nın torunu ve onun felsefesini bugün olduğu gibi devam ettirmeye çalışan ve hiçbir takıyyeye de lüzum görmeyen Cemalnur Sargut Hanım aynen şöyle demektedir; “Aslında vahdet-i vücûd fikrine inanan ve kendini fenâ mertebesine ulaşmış olarak gören bir sûfî, doğal olarak Yaratıcı’nın sahip olduğu niteliklere, kendisinin de sahip olduğunu düşünür. Bâyezid-i Bestâmî: “İlmi Allah olan âlim, kitap olmaksızın ve ezberlemeksizin, O’ndan istediği kadarını istediği zamanda alır.” [14]
    Hatta Mevlana’nın felsefesinde sadece “Allah aşkı” yoktur. Bu felsefede “Allah da kullarına âşıktır.”
    Mevlana, Sezgici bir filozoftur, akla muhaliftir. Mesnevî’deki kel papağan hikâyesinde akliyecileri yermektedir. Anadolu’nun fikren, ilmen geri kalmasında, Ahiliğin dağılmasında bu akıl karşıtı tasavvuf düşüncesinin rolü vardır.[15]
    Mevlana, Türkçe bilmediği gibi oğulları da bilmez. Özetle; Mevlana bir Türk sûfîsi değildir. İranlıdır, İrancıdır, İran tasavvufunun Anadolu’daki temsilcisidir.
    Mevlana, Mesnevî’sini kitabının başında, dibacesinde şöyle över;
    “Bu kitap Mesnevi kitabıdır, Mesnevi, hakikate ulaşma ve yakin sırlarını açma hususunda din asıllarının, asıllarının asıllarıdır. Tanrı’nın en büyük fıkhı (Fıkh-ı Ekber, hem şeriat, hem de akait kitabıdır), Tanrı’nın en aydın yolu, Tanrı’nın en açık burhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer [Nur/ 35]. Sabahlardan daha aydın bir surette parlar… Mesnevi, Mısır’daki Nil’e benzer. Sabırlılara içilecek sudur. Firavun’un soyuna sopuna ve kâfirlere ise hüsrandır. Nitekim Tanrı da, Hak onunla çoğunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur demiştir. [İsra/ 9] Şüphe yok ki Mesnevi, gönüllere şifadır, [İsra/ 82] hüzünleri giderir, Kur’ân’ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı kâtiplerin elleriyle yazılmıştır. [Abese/ 13-6] Temiz kişilerden başkasının dokunmasına müsaade etmezler. [Vakıa/79] Mesnevi, Âlemlerin Rabbinden inmedir. [Vakıa /80] Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. [Fussilet/ 42] Tanrı onu korur, gözetir; [Hicr/ 9] Tanrı en iyi koruyandır. Mesnevi’nin bundan başka lakapları da var (Mesnevi Manevî, Mesnevi Şerif, Saykalü’l-ervah/ Ruhların cilası), o lakapları veren de Tanrı’dır.” [16]
    Mevlana; Mesnevisine verdiği sıfatlar Kur’ân’ın sıfatlarıdır. “Mesnevi Âlemlerin Rabbinden inmedir; Bâtıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Tanrı onu korur, gözetir” derken aklınca, Kur’ân’a nazire yapmaktadır, zira Kur’ân’da şöyle denmiştir. “O Kur’ân, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi çok övülen Allah’tan indirilmiştir.” [Fussilet/ 41-2] “Şüphesiz bu ayetler değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış…” [Abese/11-6], “Ona ancak temiz olanlar dokunabilir” [Vakıa/79]
    Mesnevi şarihlerinden Tahirul Mevlevi, Şeyhi Mevlana’nın bu sözlerinin Kur’ân’a nazîre olduğunu kabul eder ve şöyle der; “Allah tarafından indirilmiş vahiy olan Kur’ân, nasıl Allah’ın korumasında ise, onun önünden ve ardından bâtılın gelmesi mümkün değilse, Mesnevi de öyledir. İlham-ı Rabbani eseridir. Kendisinden sapıklık zuhuruna imkân yoktur. Hatta iptali ve tahrifi de kabil değildir.”
    “Menakıb’ül Arifin” de şöyle bir hikâye vardır;
    “Bir gün Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama şikâyette bulundu ve âlimler Mesnevi’ye neden Kur’ân diyorlar diye benimle bahse girişti; ben de Kur’ân’ın tefsiridir deyince babam bir lahza susup sonra A sersem dedi, niçin olmasın? A eşek, niçin olmasın? A kahpenin kardeşi niçin olmasın? Peygamberlere verilen harfi zarflarda Allah sırlarının nurlarından başka bir şey yoktur ki. Allah sözü, onların temiz gönüllerinden biter, ırmağa benzeyen dillerden akar. İster Süryanice olsun, ister Seb’ul mesani dilince… İster İbranice olsun… İster Arapça!”
    Mevlana; Mesnevi’sinin vahiy mahsulü olduğunu pervasızca ilan eder; “Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya… Tanrı, doğrusunu daha iyi bilir ya, Tanrı vahyidir! [17] Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. Sen istersen onu gönül vahyi farzet… Gönül zaten onun nazargâhıdır… Gönül, ona agâh olunca nasıl hata eder? Ey mümin, sen, Tanrı nuruyla bakar, görürsün… Hatadan, yanılmadan eminsin!” [18]
    Bu kitapta buna benzer birçok hikâyeler vardır ki Mesnevi’nin yazıldığı tarihten itibaren Allah vahyi olarak tanındığını gösterir.[19]

    Mevlana, Hz. Ali’ye Allah’ın niteliklerini vermekten sıkılmaz!
    “O açıklayıcı imam, o Tanrı velisi safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekânda, zamanda Hakla duran o imamın zati, iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir. Onun konağı birlik âlemidir. Dünyevî ve beşerî sıfatlardan dışarıdır. O, insanın hakikati ve canı gibiydi. Her şey fânidir, fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır, yaratıkları yaratanın zati gibi o bakîdir. Hakkın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır. Hakkın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrının zatına yapışmış, o olmuştur. Hani duyduğun lâhûtun o gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, haktan hakla görünmüştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksût, Yüce Ali’dir. Hakkın hikmetini ondan başka kimse bilmez. Zira o hakîmdir, her şeyin bilginidir. İptidasız evvel o idi, sonsuz âhir de o olur. Peygamberlere yardım eden o idi, velilerin gören gözü de hakikaten odur. Yüzünün nurlu parıltısı, kendi ziyasından bir güneş yarattı. O, hak iledir; hak ondan görünür. Hakka ki, o hak ile ebedidir. Âdem’in toprağı onun nurundan idi. O sebeple meleklerin tacı oldu; Allah’ın isimleri ondan belirdi. O temiz ve yüce imamın ilmi sayesinde, Âdem her şeyi anladı. O nur tek olan yaradanın nuru olduğu içindir ki, melekût onun huzurunda secde ettiler. Evet, muhakkak ki, Âdem, o imamın nuru ile bütün ilâhi isimleri bildi. Şit, kendinde Ali’nin nurunu gördü ve yüksek âlemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da belâdan kurtulmuş oldu. Halil Peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lâle oldu. Nemrut’un ateşi, o Allah’ın dostuna hep gül, nesrin, lâle oldu. Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail’e kurban etti. Yusuf, kuyuda onu andı da o saltanat mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok inledi de Yusuf’un kokusunu alıp gözleri açıldı. İmran’ın oğlu Musa, onun nurunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: Ya rabbi! Bana bu lütfundan bir âlâmet ver. Hak ona: İşte sana Yed-i Beyza (Nurlu el)’i verdim, dedi.”
    İki cihanın sultanı Muhammed, hakka yakınlık gecesinde, Allah’a kavuşmanın harem yerinde onun sırrın gördü. Ali’nin nutkunu, Ali’den dinledi. Ali ile birleşilen o yerde Ali’den başkası bulunmaz. (Çünkü Tanrı Kur’ân’da kendini Ali diye vasfetmiştir)
    Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir. Söyleyenler söylerler, susarlar. O susmaz söyler. Ebedî ilim, onun göğsünde parlayıp göründü. Vahyolunanların sırlarını, o hakikat olarak bildi ve bildirdi. Ümmetlere haykırdı: “Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur.” Allah’a içi doğru olanlar yüzlerini ona çevirmişlerdir. Zira o şahtır, doğru yolu gösterendir, efendidir. O, bütün peygamberlerin sırrında idi. Cenabı Mustafa: “Benimle açıkça beraber bulundu” dedi.
    Dinde evvel, âhir o idi. Allah ile içli, dışlı o idi… İşte bunları söyledim ki, bu yüksek mananın nüktesini öğrensin de yüksek velâyete eresin. Sence apaçık bilinsin ki, hakkıyla yüce olan odur.
    Ey efendi! Benimle boşuna kavga etme, bu böyledir. Hakikat budur ki, hepimiz zerreyiz, güneş odur. Biz hepimiz damlayız, deniz odur.[20]
    Cihan var oldukça Ali var olur. Cihan var olurken de Ali vardı. Cihanın temeli suret buluncaya kadar var olan Ali idi. Yer resmedilinceye, zaman husule gelinceye kadar var olan Ali idi. Veli, vasiy olan Şah Ali, cömertliğin, keremin, bağışın Sultanı Ali idi. Ali’den ötürü melekler Âdem’ e secde ettiler. Âdem bir kıble gibi idi, secde olunan Ali idi! Âdem de, Şit de, Eyyup da, İdris de, Yûsuf da, Yûnus da, Hûd da, Mûsa da, İsa da, İlyas da, Salih de, Dâvut da Ali idi!
    Nefsin tamamından ötürü cihan sofrası üzerinde elini bulaştırmayan kahraman aslan Ali idi. Kur’ân’ ın yer yer ayetlerinde Tanrının ismetini vasıf ile övdüğü Kur’ân sırlarının kâşifi Ali idi. Kapısının toprağı kadir ve kıymette Arşın semasından daha ileri geçen, o durmadan hakka secde eden ârif Ali idi… Âfaka her bakışımda gördüm ki, yakîn yüzünden her varlıkta var olan Ali idi. Bu küfür olmaz, küfür olan söz bu değildir.[21]

    Mevlana ve sema;
    Mevlâna’nın yanında kırk yıla yakın bir süre bulunan Ahmed b. Feridun Sipahsalar, Semâ’yı ibadet haline getiren Mevlâna’nın Şems ile karşılaşmadan önce semâ etmediğini, Şems’in talebi üzerine semâ etmeye başladığını ve bunu ölünceye kadar bırakmadığını, onu tarîk ve âyin haline getirdiğini nakleder. Oğlu Sultan Veled ise; babasının Şems ile tanıştıktan ve ayrıldıktan sonra, gece gündüz bağırıp çağırarak semâ ettiğini, yerlerde dönerek raksettiğini, ney çalanlara altın ve gümüş verdiğini, ney çalmaktan kavalcılarda takat kalmadığını nakletmektedir.
    Mevlana semâ esnasında büyük bir vecd içinde, her şeyde Allah’ı gördüğünü söylüyor, şevkinden, neşesinden sabahtan gece yarılarına kadar semâ’ ediyor, bazen bu süre bir haftayı aşıyordu. Nadirde olsa bazı kereler semâ esnasında kendini kaybetmiş, üzerinde ne varsa çıkarıp ney çalanlara vermiş, etrafında bulunanlar Mevlana’nın üzerine kendi elbiselerini atmışlardır. Mevlana bazen devrin ileri gelenlerinin hanımlarının semâ davetlerine icabet etmiş, gûyende, defçi ve neyzenlerin çalgı ve şarkıları refakatinde semâ etmiştir.
    Memleketin Moğolların istilası altında olduğu bir dönemde, Mevlana aç susuz kendini sema ayinlerine kaptırmış, çalgıcılara paralar dağıtıp, adeta bir balerin gibi ha bire döner.
    Yine Mevlana; Hallaç, Bayezid gibi ve kimselerin Müslüman saymadığı Karmatiler gibi hac ile şu şekilde alay eder;
    “Fakir, hane halkı kalabalık bir Pir (yaşlı şeyh) ‘Ey Bayezid nereye gidiyorsun? dedi. Bayezid, ‘Kâbe’ye gidiyorum’ diye cevap verdi. Pir dedi ki; ‘Yol masrafı olarak yanında ne var? Bayezid, ‘İki yüz dirhem gümüşüm var’ deyince, Pir, ‘Etrafımda yedi kere tavaf et. Bu tavafı hac tavafından daha makbul bil. O dirhemleri de, ey cömert kişi, bana ver. Bil ki hac ettin, umre ettin, Safa’ya koştun, Sa’y erkânını yerine getirdin. Allah hakkı için O beni kendi evinden üstün kıldı. O Kâbe’yi kurdu kuralı orayı bir kere ziyaret etmedi. Ama benim bu beden evimden hiç çıkmadı” [22]
    Bununla da yetinmeyerek, peygamberden üstün olduğunu şu sözlerle ifade ediyor; “Bugün Ahmed benim; Ama dünkü Ahmed değil. Bugün anka benim; Ama yemle beslenen kuşcağız değil” [23]
    Ve devamla, Allah olduğunu söylüyor; “Enelhak kadehiyle bir yudumcuk içen sızdı Tanrılık şarabından. Şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım, ben, sultanların aradığı sultan. Ben hacetler kıblesiyim. Gönlün kıblesiyim ben. Ben Cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben.” [24]
    Mevlana, bir işin yapılmasını emreder. Şeyh Muhammed Hâdim, ‘İnşaallah (Allah dilerse)’ deyince Mevlana bağırır. “A aptal, ya söyleyen kim?” Fakat bu Tanrılığı yalnızca kendisine hasretmez. Ona göre; herkes Tanrı’dır ve insan insanlığını anlayınca O olur.”[25]
    “Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte, kadında söze ve vasfa sığmaz ruh! Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin. Birler de aradan kalkınca kalan yalnız sensin. Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben” ve “biz”i vücuda getirdin. Bu suretle “ben” ve “sen”ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonun da sevgiliye mustağrak olurlar. [26]
    Burada da, dediğine göre, Allah, kendi kendisiyle oyun oynamak için, kedisinden bir parça olarak öbür yaratıkları meydana getirmiş. Böylece iyi ve kötü, doğru ve yanlış diye bir şey olmadığını, oynanan oyunun -karşı rakipler olmadığından- ciddiyeti olmayan bir oyun olduğunu söyler.
    Hatta Musa ile Firavunun aynı şahıs olduğunu, dolayısıyla küfür ile İmanın aynı şey olduğunu söyler. Şöyle ki: “Renksizlik âlemi, renge esir olunca bir Musa, öbür Musa ile savaşa düştü. Renksizlik âlemine ulaşırsan Musa ile Firavun’un karıştığı âleme erişirsin.”[27]
    Mevlana, kendisinin hakikatler ve dinler konusundaki görüşünü anlatırken, kendisinin böyle şeylere bağlı olmadığını, mızrağın kalkanı deldiği gibi, böyle şeylerden kurtulup uzaklaştığını anlatmaktadır. Ona göre, geceyle gündüz birdir, dolayısıyla aydınlıkla karanlık da birdir ve kesin hakikat diye bir şey yoktur. Kesin hakikat kabul etmemekle de, bütün dinlerin aynı olduğunu söyler.
    “Mızrak, kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim. Ondan dolayı bence bütün şeriatlar, bütün dinler birdir. Bence yüz binlerce yılla bir saat aynı.” [28]
    “Vezir Ziyaeddin Hanında Tavus adında harp çalan bir hanım vardı. Sesi de çok tatlı ve gönül okşayıcıydı. Gönülkapıcı ve benzeri az bulunur bir kadındı. Saz çalmasındaki maharetinden ötürü bütün âşıklar onun esiri olmuşlardı. Tesadüfen bir gün Mevlana hazretleri o hana girip tavus hanımın odasının karşısına oturdu. O sırada Çengici Tavus cilve yaparak Mevlana’nın huzuruna gelip baş koydu, sazını Mevlana’nın eteğine vurup onu kendi hücresine davet etti. Mevlana Hazretleri icabet buyurup sabahın erken saatlerinden ta akşam namazına kadar onun odasında namaz ve niyazla meşgul oldu. Mübarek sarığından bir gez miktarı kesip Tavus hanıma verdi. Cariyelerine de kırmızı dinarlar bağışlayarak oradan hareket etti.”
    Görülüyor ki Mevlana çalgıcı bir kadının odasında gün boyu kalıp keyifli saatler geçirebilmektedir.
    Mevlana, ne kadar büyük evliyadır bilemeyiz ama şeyhinin içki içtiği herkesin malumudur. Hatta onun içki içmesi ile ilgili takılanlara çok ağır küfürler etmektedir. Mevlana’ya bir gün fakihler, şarap helal mi, yoksa haram mı? diye takılırlar. Maksatları Şems-i Tebriz’e laf sokmaktı. Mevlana bunun üzerine şöyle dedi;
    “İçse ne çıkar? Bir fıçı şarabı denize dökseler denizi bozmaz. Böyle tuzlu denize düşen her şey tuz hükmüne girer. Bu denizin suyuyla abdest almak, onu içmek caizdir. Fakat küçücük havuzu şüphesiz bir damla şarap pisletir. Böylece tuzlu denize düşen her şey tuz hükmüne girer. Eğer Şems-i Tebriz içiyorsa ona her şey mübahtır. Çünkü o deniz gibidir. Eğer bunu senin gibi bir kahpenin kardeşi yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır.” [29]
    Mevlâna, nihayet halka haram olan şarabın Kalenderilere helâl olduğunu söyler ve derki; “Zevk veren her şey, şu aşağılık kişiler, bir delil elde edip dadanmasınlar diye yasaklanmıştır. Yoksa şarap, çeng, güzel sevmek ve semâ, haslara helâldir, aşağılık kişilere haram.” [30]
    Mevlâna’da fatalizmin/kaderciliğin en katmerlisini görebilirsiniz.
    “Kimin haddi vardır ki kendiliğinden, Tanrı hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin! Çünkü Tanrı, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir. O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur. Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil!”[31]
    Görüldüğü gibi, onlara göre iyilik ve kötülük mukadderatın eseri olup, iyi ve kötü, suç ve suçlu yoktur.
    Mevlana dini ilimleri öğrenmeye de karşıdır; İlim dediğin, hocadan, kitaptan öğrenilmez, direk Allah’tan alınır(!)
    “Tanrı’dan vasıtasız verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz uçup gider.” [32]
    “Şeyh, Tanrı gibi aletsiz işler görür, Müritlere sözsüz dersler verir.”[33]
    Ledün ilmini öğrenmek için kitaplardan uzaklaşmayı şart görür;
    “Kardeş, sözden el çek ki bizzat Tanrı, senden Ledün ilmini meydana çıkarsın.” [34]
    Mevlana’ya göre, ilahi hakikatler akılla kavranamaz. Ona göre aşk ve vecdle anlaşılan ilahi gerçek karşısında akıl, çamura batmış eşek gibidir. Ona göre akıl, körün elindeki değnek gibidir.[35]
    Aklı kullanan, onunla kıyas yapan kişileri İblis’e benzetir ve der ki, “İlk kıyas yapan İblis olmuştur”
    Şems, şer’i ilimlere “kıl-ü kâl /dedi kodu” der. Güya Şems, Mevlana’nın tüm kitaplarını havuza atar.
    Mevlana; “Biz Kur’ân’ın özünü ve ruhunu aldık, postunu köpeklerin önüne attık” diyerek Kur’ân’ın bir kısmını gereksiz olduğunu söyleyebilir.
    Ebussuud Efendi’nin bu konudaki fetvası çok nettir; “Bir kimse Mevlana’nın Mesnevisini okumak, Kur’ân’ı okumaktan daha faziletlidir, zira Mesnevi Kur’ân’ın özüdür dese” kâfir olur ve katli helal olur![36]
    Mevlana’ya taraftarları “aşk peygamberi” diyebilmişlerdir. Abdurrahman Câmî, Mevlana için şöyle der; “Ben yüce vasıflara sahip olan o yüce kişi (Mevlana) hakkında ne diyebilirim ki, gerçi o peygamber değildir, amma Kitab’ı vardır”
    Daha düne kadar çok büyük bir İslam büyüğü bildiğiniz nicelerinin tepesine kadar şirk içinde olduğunu görünce şaşırıp kalıyoruz. Allah’ı koynuna alanları, şarabı şeyhine helal görenleri, gaybı bilen ve gezdiği yerlere bereket yağdıran namaz kılmayan velileri, yazdığı şiir kitabı için ‘Âlemlerin Rabbinden indirilmedir’ diyenleri tanıdıkça millet olarak vahiy İslam’ından ne kadar uzaklaştığımızı görmekteyiz.

    Cevapla
  • ismail

    20 Temmuz 2013 at 16:54

    Mevlana Türk ve islamın en büyük alimlerinden. Sünni hanefi mezhebinden. 65000 beyitlik binlerce sayfalık yazılarda birkaç kafamıza uymayan yazı sebebiyle kafir diye damgalamak moğol ajanı yapmak ne kadar doğru. Beyitlerinin çoğu Kurani Kerimden alınmadır. Büyük değerdir. Onun için sözlerinde bizim anlayamayacağımız bazı derinlikler vardır. Mesnevide gayri ahlaki bazı hikayeler varmış. Birkaç tanesi. Günlük hayatta bin beterleri kullanılıyor arkadaş arasında. Misalen getirilmiş örneklemedir onlar. Güneş balçıkla sıvanmaz. Tarihide sağ sol kavramının içine sokarak bunlar Mustafa Kemalle İsmet İnönüyle ilgili yazıyor mademki öyle bizde Mevlanaya vuralım öcümüz alınmış olsun diyerek tarih yazılmaz. Darbeyi Türklükde alır bundan islam alimleride çamurlanmış olur. Yok Şemsi Tebriziyi Mevlananın oğlu öldürmüşmüş. Bunlar ispatı oplmayan uydurmalardır.
    Mevlana Moğol ajanıymış. Moğollar o dönem Asyanın çoğuna doğu Avrupaya hakim. Selçukluyu rahatlıkla yutabilecek bir devlet. Selçukluda iç karışıklıklarla uğraşıyor. Moğollar toplu katliamcı yendikleri zaman taşüstünde taş omuz stünde baş bırakmıyor. Mevlana katliama uğramama korkusuna Konyayı yağmalatmamak adına onlara karşı pasif kalarak doğru olanı yapmıştır. Bu ajanlık değildir. Kasten karlanıyor. Gerçeği yansıtmıyor.

    Cevapla
  • İsmail

    25 Temmuz 2013 at 17:18

    Kim nasıl isterse öyle yazsın. Allah öbür dünyada muhakkakki bu kimseleri Mevlana ile yüzleştirecektir. Burada yazmak kolay. Orada çıkacak akla kara.
    Allah insanla konuşmaz. Ancak vahiyle (Ona dilediği düşünceyi doğurarak) yahutperde arkasından (rüya yollu?)konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder O yücedir hakimdir.
    Bu Kuranı Kerimin ayetidir. Dikkatli yazışmak gerekir. İlim Allahın yanındadır. Kalplerin özünüde Allah bilir.

    Cevapla
  • orhan turk

    20 Ekim 2013 at 01:09

    Allahin selami tum muvahhid kullarinin uzerine olsun, Ismail kardes her mesajinizin altina “Allah en iyisini bilir” seklinde cok guzel bir ifade kullanirken yorumlarinizin gelisme bôlûmlerinde Allahin bizlere hitabi olan kitabi mubininin tarif ettigi dogrularla çelismenin ne anlami olabilir, Omer Haci Ali kardesimizin açiklamalarina mesned (referans) aldigi kaynak yani Kuran size yetmiyormu Kurani yetersiz mi buluyorsunuz? bence biraz dusunun derim, omer haci ali kardes sôzûm size , bu web sitesine tekrar girip yazilanlari okuyorsaniz bir sekilde sizinle tanismak fikir, teatisinde bulunmak isterim sôylediginiz ve savundugunuz seyler bir insanin hayatini 180 derece degistirebilecek turden seyler…dini yalnizca Allaha has kilmanin gayretinde olan bir kardesinizin acizane bir istegi kabul edin bunu, hepiniz Allaha emanet olun,

    Cevapla
  • ismail

    5 Kasım 2013 at 22:41

    Televizyonda aktug reyvan eti diyor mevlana mesnevisini insanlari Kurani Kerime yoneltmek için yazilmistir diye, profesor diyor gazetede mevlana mogollarla iyi iliskiler kurarak anadoluda yapilacak musluman katliamlarini önlemistir diye, daha ne yazalim,

    Cevapla
  • ismail

    12 Kasım 2013 at 16:13

    Kurani kerim tabiiki yeterli, ancak Kurani kerimi ogretici ve aciklayici islam alimleri yetismesinmi, Kurani kerim yeter diye hadisler okunmasinmi detayli aciklamalari yapilmasinmi. Mevlananin bazi aciklamalari kulaga hos gelmeyebilir, fazla methiyeler duzmesi, uzerinde durmamak lazim.

    Cevapla
  • ismail

    12 Kasım 2013 at 16:15

    Kurani kerim tabiiki yeterli, ancak Kurani kerimi ogretici ve aciklayici islam alimleri yetismesinmi, Kurani kerim yeter diye hadisler okunmasinmi detayli aciklamalari yapilmasinmi.Bazi konularin uzerinde fazla durmamaken iyisi

    Cevapla

Bir cevap yazın