Şatıbi’nin kalemi
Türkiye’de pek az tanınan Cabiri’nin “Türk Müslümanlığı”na benzer yanları epey fazla olan bir “Mağrip Müslümanlığı” iddiası vardır. Buna göre Kuzey Afrika ve Endülüs’teki İslam, bizim coğrafyamız da içinde olmak üzere İslam’ın Doğu kanadından bir kopuşu gerçekleştirmiş, modern Batı kültürü de bizim yüz çevirdiğimiz bu kültürün verimleri üzerinde kurulmuştur. Buradan yola çıkan Cabiri, eğer Endülüs ve Mağrip’teki kültürel çiçeklenmenin izinden gidenler Müslümanlar olsaydı, modern medeniyet Batı dünyası yerine Müslüman aleminde ortaya çıkacaktı, demeye getirmektedir.
Tabii çok tartışılacak “iri” bir iddia. Ancak hiç de temelsiz değil. İbn Bacce, İbn Hazm, İbn Rüşd, İbn Tufeyl çizgisinin (tabii böyle bir çizgi tasavvur edilebilirse) kendi içerisinde bir insicam oluşturduğunu ve Doğu İslam felsefesiyle aynı temellerden kalkmış olsa da, bariz çizgilerle ayrıştığını, kendi zihni ikliminin özel renklerini ısrarla taşımış bulunduğunu söylemek mümkün. Bu farklı çizginin yalnız felsefe ve tasavvuf alanlarında değil, İslami ilimlerin merkezinde duran “Fıkıh” (İslam hukuku) alanında da ürünler verdiğini biliyoruz ki, Şatıbi’nin Türkçeye de çevrilmiş olan ünlü eseri 4 ciltlik el-Muvafakat bunların en karakteristik örneklerindendir.
1388’de vefat eden Gırnatalı Şatıbi, özellikle hukuk metodolojisi (fıkıh usulü) konusunda kaleme aldığı Muvafakat’ında “mekasıdu’ş-şeria”ya, yani dinin gözettiği gayelere geniş yer vermesinden dolayı haklı bir şöhret sahibi olmuştur. Hanefilik ile Malikiliği uzlaştırmaya çalışan, taassuptan daima uzak durmayı tavsiye eden, takva ve tasavvuf yolunda ilerlemenin önemi üzerinde duran ve Allah’ın emirlerinin dünyevi faydalarından söz eden Şatıbi’nin okunması, son yıllardaki cahilce yürütülen ve bir netice almaktan ziyade ortalığı karıştırmak amacına matuf sözde dini tartışmalarda da doğru yolu gösterebilirdi; ancak dönüp bakan bile olmadı!
Abdullah Dıraz, dikkatimizi onun “kalemi”ne çekmeseydi, belki siz de bu yazıyı bir fıkıh usulü yazısı olarak okuyacaktınız. Dıraz’a göre Şatıbi, temiz bir Arapça ile yazıyorsa da “cevval” bir kalem sahibidir. Görünüşte düzgün bir yolda gider gibi yazmakta; ancak anlaşılmayacak hiçbir şey olmasa da “anlaşılmaz” sayfalar geçip gitmektedir okuyan gözün önünden. “Bazen okuyucudan, sanki tarak dişleri üzerinde yolculuk yaptırır gibi, bir kelime ile onun yanındakine, sonra da onu takip edene intikal etmesini ister; çünkü kullandığı her kelimenin altında işaret etmek istediği bir mana, sözün akışından çıkarılmasını istediği bir amacı bulunmaktadır… Bununla birlikte kitap kendi kendisinin anlaşılmasına yardımcı olmakta; başı sonunu, sonu da başını açıklamaktadır.” Demek ki Şatıbi’nin üslubu, kullandığı bütün kelimeleri, birbirinin içinden geçecekleri bir labirent, bir tünel şeklinde oymakta, birbirine ulamakta ve tarağın dişleri üzerinde yolculuk yapan bir cambaz gibi sürekli dengeyi koruma hassasiyetiyle sarf etmektedir.
Kendi önsözünde Şatıbi, kitabını, alacakaranlıkta yapılan bir yolculuk olarak tanımlarken gerçekte yalnız tevazu göstermek niyetinde değildir; o düpedüz kitabının üslubunu oluşturma macerasını da bu kelimelerle vermektedir. Evet, alacakaranlıkta yapılan bir yolculuk… Ama aynı yolun diğer yolcularıyla yapılan bir sohbettir aynı zamanda bu kitap: “Ey en yüce ilmin gerçeklerini araştıran, akılların en üstün verimlerini elde etmeye çalışan, en tatlı anlayış kaynaklarına susayan, batın manaları elde etmek, yazılı metinler içerisinde zahir mananın ötesinde bulunan manalara ulaşmak için onların etrafında dolaşan kimse! Şimdi artık tam arzularınızın birbirine denk düştüğü kimseye kulak vermen, onunla karşılıklı mübahese etmen zamanı gelmiştir… Böylece.. onun koştuğu yolda sen de koşasın, onun alacakaranlıkta yaptığı yolculuğu sen de yapasın. Elbette ki bu yolculukta yorulacaksın. Fakat sabah olunca bu gece yolculuğunun yorgunluğunu memnuniyetle karşılayacaksın.”
Kendi çektiği sıkıntıları aynı yolda kendisinden sonra yürüyeceklerin çekmemeleri içindir Şatıbi’nin bütün gayreti. “Furkan nuru”nun aynı zamanda Yol anlamına gelen şeriatın üzerinden eksik olmaması için uykusuz geceler geçirmiş, daha önce yürünmeye cesaret edilmeyen çöle, gece yolcuları için bir avuç yıldız serpmiştir.
Şatıbi’nin “Hoşgörü ve kolaylık esası üzerine kurulu” olduğunu söylediği İslam’a giden yolları 7 asır boyunca aydınlatacaktır. Gırnata semalarından derlenmiş bu bir avuç yıldız.
(*) Şatıbi’nin el-Muvafakat’ı Prof. Hayreddin Karaman’ın takdimi ve Dr. Mehmet Erdoğan’ın tercümesiyle 4 cilt halinde yayınlandı: İz Yayıncılık 1990.