Sevr’in Lozan’a miras bıraktığı o tehlikeli madde
Bir söz bağlamını şaşırdı mı, ondan daha tehlikeli bir silah düşünülemez. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Düzce nutku”ndaki “geçmişimizdeki faşizan uygulamalar”a ilişkin sözlerinin elektriği, onu bağlamından kopardı ve adeta genel olarak bir rejim ve Cumhuriyet eleştirisi kılığına büründürüverdi.
Dolayısıyla CHP’lilerce Cumhuriyet’in “kazanımları”na karşı açılmış bir savaşın parçası ya da şu “bizim mahalle”de ‘Davos’taki öpücüğün geri alınması’ şeklinde yorumlanması, erken bir talihsizlik oldu bana göre.
Fakat liderlerin sözlerinin bağlamlarından kopartılmasına ilk kez rastlıyor değiliz. Nitekim Atatürk’ün “Sanatsız kalmış bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözü, güzel sanatlarla ilgili zannedilir ve tiyatrolara vs. asılır ama Atatürk bu sözü tamamen başka bir maksatla söylemiştir. 16 Mart 1923 günü Adana esnafına yaptığı konuşmada halk deyişiyle zenaatları kastetmiştir; yani küçük el sanatlarını desteklemek amaçlı bir sözdür.
Karizmatik bir siyasetçinin ağzından çıkınca söz, zaman ve mekânını şaşırabiliyor ve başka bir anlam kesesine girebiliyor demek ki. Öte yandan bu nutukla bir azınlıklar tartışmasının içinde bulduk kendimizi; ve Lozan’ı yeniden masaya yatırmak için bir fırsatın eşiğinde.
İki hafta önce bilimsel tutarlılık açısından eleştirdiğim Toktamış Ateş hocanın, “Bugün”de ismimi başlığa çıkartarak yazdığı cevabî yazıya dair de birkaç kelam etmem lazım. Hatırlarsınız, Ateş, “Türk Devrim Tarihi” adlı kitabında Hasan Tahsin’in Yunan askerlerine karşı tabancayla ortaya atıldığını yazmıştı. Ben de yazarın bize Samim Kocagöz’ün yazısını kaynak göstermekle birlikte dipnottaki kaynakta tabancayla değil, bombayla saldırdığının yazıldığını söylemiştim.
“Böyle “bkz”la verilen dipnot; söz konusu kaynağı, “birebir” aktarmayan, “genel olarak bilgi alınabilir”, anlamına gelen bir dipnottur. Sanırım Sayın Armağan’ın, bundan haberi yok.” Toktamış Hoca böyle diyor. Peki kurallar ne diyor? “Bkz.” işareti, konuyu destekleyen farklı bir örnek sunmayı amaçlar; belirtilen kaynağın okura ya yazarın önermesini zımnen desteklediğini söyler veya önermeyi destekleyen kabul edilmiş görüşleri içerir. Ancak Toktamış Hoca’nın örneğinde verilen kaynak, yazarın tezini zımnen destekler görünüyor ama olayın merkezindeki nesne için ‘tabanca’ yerine ‘bomba’ diyorsa ve iddiası kabul edilmiş görüşlere aykırı ise bu durumda yazar okuru yanıltmamak için “Bu konuda bkz.” değil, “Fakat bkz.” demelidir.
Yine de Toktamış hocayla tartışmanın zevkli bir tarafı var: Tartışmayı tıkamıyor, insanı daha çok yazmaya zorluyor. Mesela sayfa 71’de Wilson Prensipleri’ni aktarırken 10. maddede “özerk” yerine yanlışlıkla “özgür” demesini yanlış bulmakla birlikte çok da kafaya takmıyorum. Ancak bir nokta var ki, onu atlamak istemem. 129. sayfada diyor ki, Sevr’in en onur kırıcı bölümü, Azınlıkların Korunması’nı düzenleyen 4. bölümdür. Burada 140. maddeyi örnek olarak gösteriyor. Bu maddeye göre, “Osmanlı İmparatorluğu tüm egemenlik ve iktidar haklarından vazgeçiyor”muş. Neymiş bu madde? “Türk Devrim Tarihi” adlı ders kitabından okuyalım:
“(Bu) hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün, hiçbir padişah buyruğunun ve hiçbir resmî işlemin, bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını, hiçbir yasanın, hiçbir tüzüğün, hiçbir padişah buyruğunun ve hiçbir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümleniyordu.”
Güzel, peki kitabın Lozan bölümünde (s. 158) aynı “onur kırıcı” maddenin sadece “padişah buyruğu” kelimelerinin çıkarılarak (çünkü saltanat bir yıl önce kaldırılmıştı) bu “zafer belgesi”nde yer aldığını neden yazmıyor dersiniz? Lozan’ın ünlü 37. maddesi şu:
“Türkiye, 38’den 44’e kadar olan maddelerde açıklanan hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiçbir yasa, hiçbir tüzük ve hiçbir resmî işlemin, bu hükümlere ve karşı olmamasını ve hiçbir yasa, hiçbir tüzük ve hiçbir resmî işlemin sözü edilen hükümlerden üstün olmamasını yükümlenir.”
Sadece madde numaraları değiştirilerek ve “padişah buyruğu” ibaresi kaldırılarak “hezimet” (Sevr) belgesindeki madde, aynen “zafer” (Lozan) belgesine de alınmış. Üstelik Lozan’daki 44. madde, bu hükümlerde yapacağımız değişikliği, Milletler Cemiyeti’nin güvencesine bağlamıştır. Yani MC izin vermedikçe biz bu kanunlarımızdan üstün olan hükümlerde değişiklik dahi yapamayacağımızı kabul etmişiz. Fakat bu onur kırıcı olmuyor.
Bir başka muhteşem örneği, üstelik Türk Tarih Kurumu’nun yayınladığı “bilimsel” bir sempozyumda buluyoruz. “2003 Penceresinden Lozan Sempozyumu”nda Prof. Hikmet Özdemir’in sunduğu bildiride eşsiz bir çarpıtma örneği yaşanmış ama bundan nasılsa kimse haberdar olmamış!
Prof. Özdemir, Lozan’ın 37. maddesini tamamen atlamak yerine, eski deyişle “tayy” etmekte ve bize bir sonraki maddeyi 37. madde olarak sunmaktadır. Yani atlasa neyse, sanki 37. madde metinde var gibi görünüyor ama aslında yok. Sunulan madde, aslında 38. madde ve Özdemir bize neden böyle bir tasarrufta bulunduğunu açıklama zahmetine dahi katlanmıyor. İnanın, iki maddeyi atladım, dese daha dürüst davranmış olurdu. Derdik ki, yazar bize o maddeleri göstermek istemiyor, anlardık vaziyetini. Ama burada daha sakil bir durum var. Madde numarası var ama içeriği uçurulmuş. Resmen tahrifat…
Peki nedendir bu 37. madde korkusu? İnkılap tarihçilerimiz bu maddeyi neden gözlerden ırak tutmak istiyorlar? Birilerinin, Cumhuriyet’in kuruluşuna aslında bu ‘temel’ maddeyle izin verildiği sonucunu çıkarmalarından mı korkuluyor? Birisi çıkar da azınlıklar meselesini kurcalar diye tedbir mi alınıyor? Yoksa Lozan’ın bu maddesini gizlice kaldırdık da haberimiz mi yoktur?
Erdoğan’ın özeleştirisi, soru işaretini bu kadar derine yerleştiriyor mu? Emin değilim. Emin olduğum bir şey varsa, İnkılap Tarihi alanına yeni bir soluğun değmesi gerektiğidir. Artık devlet güdümünde ve korumasındaki İnkılap Tarihi’nin, tabuların sargısı altında giderek bir mumyaya dönüştüğünü görmek zorundayız.
m.armagan@zaman.com.tr
31 Mayıs 2009, Pazar