Vatka ve cinsel özgürlük
Her şeyi düşünürdüm de, günün birinde Time dergisinin beni destekleyeceği aklımın ucundan bile geçmezdi. 15 Mart 1999 tarihli sayının kapak dosyası nedense feminist basınımızın inanılmaz yoğunlukta ilgisine mazhar oldu. Time’daki yazı özetle feminizmin kadını erkekle aynılaştırma ve farklılıkları yok sayma saplantısının bilimsel olmadığını son yapılan deneylere dayanarak ortaya koyuyor, ayrıca feminizmin pabucunun dama atılmakta olup artık “femaleism”, yani kadınsıcılık ya da dişicilik şeklinde çevirebileceğimiz yeni bir akımın doğmakta olduğunu bildiriyordu.
Derginin kapak dosyası biyolojik-tıbbi olarak da kadın ve erkeğin farklı olduğunu ortaya koyan istatistiki bir bölümle noktalanıyor. Buna göre kadın ve erkeğin vücutları her hastalığa farklı tepkiler veriyor, bu da tedavilerinin farklı yöntemlerle yapılmasını gerektiriyormuş. Kadın vücudu bağışıklık sistemi bakımından erkeğinkine göre daha güçlü, buna mukabil mesela “diz”le ilgili konularda daha dayanıksızmış. Kadınlar depresyona erkeklere göre daha kolay düşüyormuş. Dahası, sindirim sistemleri bile farklı çalışıyormuş: Aynı gıdaları yeseler dahi kadınlar daha geç sindirebiliyormuş yediklerini.
Bulgular bilimsel olarak ne kadar geçerlidir bilmiyorum; ama derginin dünyadaki yeni bir dalgayı müjdelediği ortada: Ütopyacı feminizmin eşitlik ve cinsel özgürlük diye kadının farklılığını örtbas etmeye çalıştığını eleştirip farklılığa dayalı feminizmin ya da femaleism’in yükselişini konu edinmesi boşuna değil. 1960 ve 1970’lerin ‘özgürlük’ tufanı dinip de akılları başlarına gelince aynı kadınlar, cinsel özgürlüğün kadınların aleyhlerine işleyen bir tür kendi elleriyle kendilerini erkeklere kurban etme ideolojisi olduğunu fark etmeye başladılar. Zamanında “geri kafalılık” diye yaftaladıkları birçok değeri, yıktıklarına bin pişman, nasıl yeniden üretebilecekleri sorusunu çözmeye uğraşıyorlar.
Birikim’de (sayı: 119, Mart ’99) Ece Temelkuran, çarpıcı tespitlerle dolu “Cinsel Özgürlük Mavalı…” başlıklı yazısında dobra dobra bu feminist ütopyayı eleştiriyor. Nasıl mı? Beraber kulak verelim isterseniz:
“Cinsel özgürlük mavalı, o uzun ninni, Avrupa’da ’68 ile birlikte başladı… Esen üfüren birey merkezli özgürlük rüzgarları birden heyecana kapılan kadınların teknesini neredeyse alabora etti. Görünüşe göre herkes tatlı tatlı bireysel özgürlüğü engelleyen her türlü engeli ortadan kaldırmaya çalışıyordu… Bu erkeklerin günüydü. Daha özgür erkekler için daha mülayim [sorun çıkarmayan- M.A.] kadınlar isteniyordu. Açıkçası ’68’le birlikte sere serpe yaşanan cinsel özgürlük daha çok kadınla birlikte olmak için erkeklerin uydurduğu bir palavraydı… Ama daha acısı, dönemin saplantısına kapılan, “Yaşasın!” diye bağırıp, cinsel özgürlük mavalına aldanan kadınlardı. Onlar ellerinden alınan silahın farkında değillerdi.”
Evet silahı elinden alınınca, yani asırlardır vurgulanan kadının bedenini sakınması “geri kafalılık” diye damgalanınca erkeklerin beklediği vasat müsaitleşiyordu. Evlilik kurumunun asıl kadınları korumak üzere tesis edildiğini unutuyordu ütopyacı feministler. Cinselliğinin, erkeğinkinin tersine, ancak sakınıldığında kadını tüketim nesnesi olmaktan koruyacağını bildiren din ve geleneklerle alay etmenin faturasını sözümona özgür kadınlar ağır bir bedelle ödemek zorunda kalacaklardı:
“Cinsel özgürlük erkek için neydi ki, elinin kiri! Ama kadın için. Bu dönemden özgürleşmemiş olarak çıkan erkeklerin evlenip barklanırken hiç de “birlikte özgürleştiği” kadınları tercih etmemiş olmaları bir tesadüf müydü acaba?.. Kadınlar ’68’in, üzerinden [bir silindir gibi- M.A.] geçtiği bedenleriyle iş dünyasına girdiklerinde bu yüzden yüz üstü yere yapıştılar. ’80’lerde vatka diye düşman başına bir modanın çıkması bir tesadüf müdür? Vatka ve kabarık saç modası erkekler dünyasında var olma savaşında kadın bedeninin kaybettiği mücadelenin bir simgesi… Kadın, vatkalarla omuzlarını genişletiyordu, ispatlamak için o omuzların erkeklerin taşıdığı yükleri taşımaya muktedir olduğunu.”
Her iki yazı da kadınlar cephesinde ’68’lerden bu yana köprülerin altından çok suların aktığını yeterince ortaya koyuyor zaten. Bizdeki feministler ne mi yapıyor? Hazin; ama hala vatkayı eşitlik ve özgürlük sembolü sanıyorlar!