• Home
  • Genel
  • Amerikalılar büyük şehirleri neden sevmez?

Amerikalılar büyük şehirleri neden sevmez?

Amerikalılar büyük şehirleri neden sevmez?

Şehir meseleleriyle alakamı büyük ölçüde kendisine borçlu olduğum sayın Turgut Cansever’in bir uyarısı yıllardır aklıma mıhlanıp kalmıştır.

Şehirleşmeyi “köyden şehre göç” şeklinde sanki “tabiî” ve “kaçınılmaz” bir olaymışçasına tanımlayan sosyolojiyi fazla ciddiye almamı eleştirmiş ve özellikle bizdeki çarpık şehirleşmenin altında son derece ciddi idarî ve siyasî hataların yattığını belirtmek ihtiyacını duymuştu bir seferinde. Hepimiz aynı sosyolojik yanıltmacanın içine sıkışmış gidiyoruz aslında. İnsanoğlunun dünyasında tabiî ve kaçınılmaz diye bir şeyin olduğunu varsaymak için yığınla sosyolojik kanunu çiğnemek ve tarihin mezarlığına gönderilmiş ne kadar çok teoriyi yeniden gündeme taşımak gerektiğini bilmezden geliyoruz. Sanki bütün toplumlar bizimkine benzer bir kaderi yaşamışlar da biz de o kaderi yaşamak zorundaymışız gibi konuşuyoruz şehir hakkında. Oysa bu son derece yanıltıcı bir bakış; ve sorunlarımızın temelinde yatan optik bir yanılgı.

Dünyada şehirleşme meselelerini bizim gibi yaşayan ülkeler de var, şehirleşmeyi büyük şehirleri daha da büyütmek şeklinde anlamayan ülkeler de. Mesela Almanya’nın şehirleşmesi buna bir örnek olarak verilebilir. Hepimizin bir yakını çalışmak için gitmiştir Almanya’ya ve çoğunun oturduğu yerin adını zor hatırlarız.

Aslında bütün dünyada geçerli bir şehirleşme modeli yoktur. Örnek mi? Buyrun beraber bakalım.

Amerikan Yeni–Muhafazakârlarının sözcülerinden Irving Kristol, bir yazısında 1973 rakamlarıyla (şimdi de bu eğilimin çok fazla değiştiğine ilişkin bir veri yok elimizde) Amerikan nüfusunun yüzde 30’dan daha azının 100 bin kişiden kalabalık şehirlerde oturduğunu söylüyordu. Nüfusu 2500’den düşük nüfuslu yerlerde oturanların sayısı da yüzde 30’dur. Bir başka rakam daha veriyor Kristol. Nüfusu 1 milyondan kalabalık şehirlerde oturan Amerikalıların sayısında son 50 yılda herhangi bir artış görülmemiştir.

Sonuç: Amerika, bizim bildiğimiz anlamda şehirleşmiyor. Ya nasıl şehirleşiyor? Bunun ilginç bir açıklaması var. Yine Kristol’e kulak verelim mi?

“Amerika’nın son yarım yüzyıl içinde kentleşmesi denilen şey, çoğu metropolitan bölgelerde (yani ortasında en az 100 bin nüfuslu bir kentin bulunduğu bölgelerde) toplanmış küçük kentlere doğru bir harekettir. Ve Amerika’nın kentleşmesi böylece daha doğru bir şekilde Amerika’nın banliyöleşmesi olarak tanımlanıyor.”

Peki sebep?

Bu, Amerikan halkının karakterini ele verecek bir cevaptır aynı zamanda. Gallup’un 1968’deki bir kamuoyu yoklaması Amerikalıların sadece yüzde 18’inin merkez şehirlerde oturmayı tercih ettiklerini ortaya koymuştu. Geri kalanı ya banliyölerde ya da küçük kasaba ve çiftliklerde yaşamak istediklerini söylemişlerdi araştırmacılara. Buradan çıkan sonuç ise Amerikan halkının bir şehirleşme bunalımı olmadığı, tam tersine “bir kırsallaşma problemi”nin bulunduğudur. Avrupa ülkelerinin çoğundan farklı olarak Amerikan halkı tabiata daha yakın yaşamak isteyen bir karaktere sahiptir. Bunu, bir asır önce Veblen de bütün açıklığıyla tespit etmiş ve Amerikalıların çim sevdasından ve avcılığa merakından yola çıkarak ondaki “barbar damar”ın ölmeyen gücünden söz etmişti. Bu damar, Avrupa’da büyük ölçüde kaybolmuştu; ama Amerika’ya dinamizmini veren damar da buydu Veblen’e göre.

Peki dışarıdan alınan bu kadar göçmen nereye yerleşmektedir? Cevap basit: Önce ilk hevesle büyük şehirlere yığılan bu göçmenler, birkaç yıl içerisinde kırsal kesime kaymaktadırlar. Böylece büyük şehirler, göçmenler için sürekli kalınacak bir yer değil, bir süre kalındıktan sonra Amerika’nın kırsal kesimlerine geçilecek bir “antrepo” ödevi görmektedir. Büyük şehirler, yeni gelenleri Amerikan hayat tarzına alıştırma ve nasıl yaşanacağını öğretme yeridir. Onları şehirli yapmak için değil, büyük şehirleri terk edebilmelerine imkân verecek kadar şehirlileştirmek için bu antrepoda geçici bir süre misafir edilirler.

Uzun sözün kısası, Amerikalılar “şehirleşme” denilince büyük şehirlere yığılmayı değil, daha önce şehir vasfı kazanmamış kırsal bölgelerin yeni yerleşimlerle şehre benzemesini anlıyor ve bence kelimeye en sahih anlamı atfediyorlar. Yani köyden şehre göçe değil, şehirden köye göçe şehirleşme adını veriyorlar.

Demek ki bütün toplumların uymak zorunda oldukları bir şehirleşme olgusundan söz ederken daha dikkatli olmalıyız. Bunu bilmediğimiz için de güzelim şehirlerimizi yıkıp yerine bugünkü ucubeleri dikme planlarına belediyelerimiz “imar planları” adını vermiştir. Sanki daha önce mamur yerler değillermiş gibi!

03.09.2002

Bir yanıt yazın