TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ
Her yıl 24 Temmuzda bir furyadır gider: “Gazeteciler ve Basın Bayramı’nın 100 bilmem kaçıncı yılını tebrik eder…” Sosyal medyada paylaşımlar birbirini kovalar. Gazete binalarında o gün elemanların masasına akşama çöp kutusunu boylayacak birer kırmızı gül bırakırlar. Gazeteciler Cemiyeti ise kamuoyuna ciddi laflarla dolu klişeden çıkma bir açıklama yayınlar, “Sansür 100 küsur yıl önce kalkmış olmasına rağmen basın üzerindeki baskılar devam etmektedir” yollu sızlanışlarla yasak savar.
Ancak bilmek büyük nimettir:
1) Neyi kutladığımızın farkında mıyız ve o “100 küsur yılın” ucu kime dayanıyor?
2) Sansürden kurtulduğumuzu söylerken kastımız nedir? Sansür hakikaten belirtilen tarihte bitmiş miydi?
3) Ne vakitten beri bayram olarak kutlanmaktadır?
“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” misillû her danışmanın meslektaşınınkini kopyalayarak yayınladığı Gazeteciler ve Basın Bayramı tebriklerini atarken iyi düşünelim, zira tuzağa düşüyor olabilirsiniz.
Siyah klavyem sabırsızlıkla bekliyor yukarıdaki soruları cevaplandırmak için. Başlayalım.
Soru 1: Gazeteciler veya Basın Bayramı’nı kutlarken neyi kutladığımızın farkında mıyız?
Yukarıda “100 küsur yıl” diye yuvarladığıma bakmayın, 115. yıldönümü kutlandı bayramın. Güzel. 115 yıl deyince takvime bakalım, evet 24 Temmuz 1908 çıktı. Ne alakası var? diye baktığınızda öğreniyorsunuz ki, kutlanan tarih, Sultan II. Abdülhamid yönetiminin sonunu sembolize eden 2. Meşrutiyetin ilan edildiği güne denk geliyor. Güya o gün sevgili basınımız sansürden, yani Abdülhamid’in baskısından kurtulmuş. Sonra gelsin “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” çığlıkları. (Seçimden önce “Asena” da öyle diyordu ama artık ses seda kesildi.) Gazeteciler Bayramı’nı kutlayanlar bundan sonra iki defa düşünsün: Kutladıkları, İttihatçıların başarısıdır bir ve Abdülhamid yönetiminin yıkılışına sevinmektedirler iki. Bilerek veya bilmeyerek…
Soru 2: Sansürden kurtulduğumuzu söylerken kastımız nedir? Sansür hakikaten o tarihte bitmiş miydi?
Gazeteci Nezih Demirkent’e göre 4 tür sansür vardır. 1) Önleyici sansür, yani haberlerin açıklanmasından önce incelenmesi. “Abdülhamid sansürü” dedikleri ve o yıllarda Almanya ve Rusya dahil bir çok ülkede uygulanmakta olan sansür budur. 2) Cezaî sansür ki fikir ve haberlerin yayınlandıktan sonra cezalandırılmasıdır. 3) İnsanları robotlaştırma yani beyin yıkama da bir sansürdür. 4) Oto-sansür yani kendi kendini sansür. (Son ikisi zamanımıza daha uygun.)
Klasik sansür şöyle işliyordu: Bir gazeteci baskıya göndermeden önce Sansür Kurulu’na gazetenin provasını götürür, mahzur görmezlerse aynen, görürlerse yapılan düzeltme ve çıkarmaları işleyerek basar, böylece sorumluluğu Sansür Kurulu’na devretmiş olurdu. Eğer çıkarılanın yerine yenisini basamayacak olursa o alan boş kalırdı ki Milli Mücadele devrinde böyle yer yer beyaz kalmış gazete örneklerine sahibiz. Meşrutiyet ilan edilince gazeteciler gazeteleri yine Sansüre göndermiş ama ses seda çıkmayınca bastırıp geçmişlerdi. Böylece sansürün bittiği anlaşılmıştı. Peki hakikaten bitmiş miydi? Bakın burası karışık. Nezih Demirkent şöyle yazmış 19 Temmuz 1981 tarihli Hürriyet’te:
“Ancak aradan bir yıl bile geçmeden 31 Mart 1909 günü İstanbul’a gelen Hareket Ordusunun koyduğu bir nevi askeri sansür ile eski günlere dönülmüştür. (Hatta) İstiklal Mahkemeleri ünlü Takrir-i Sükûn Kanunu ve zaman zaman ilan edilen sıkıyönetim uygulamaları ile basına yeniden sansür uygulanmıştır.”
Oldu mu şimdi? Hani sansür 1908’de kalkmıştı? Sadece 9 ay sonra yeniden konulmuş ama ne gam, bir defa kalkmış ya, yeter. Cumhuriyet devrinde tam gaz sürmüş. Her basın kanunu, özgürlük getireceğine biraz daha ağırlaştırmış sansürü. Sonunda 1946’da Aziz Nesin “Ey Türk Faşisti” adlı yazısında rejimin Faşizme kayan kimliğini ifşa etmiş. Falih Rıfkı Atay gibi bir Kemalist bile Atatürk’ün sağlığında kaleme aldığı 29 Haziran 1938 tarihli Ulus’taki başyazısında “Gazeteciler pek iyi bilirler ki TALİHLERİ BİR TELEFON DARBESİNE BAĞLIDIR” itirafında bulunmuştu. Malum, 27 Mayıs’ta başlayan darbe dönemlerinde konuşmak büsbütün yasaktı. Lakin “bayram” kutlamaları ve içkili, danslı kokteyller kesintisiz devam etti (1970 hariç).
Soru 3. Ne vakitten beri bayram olarak kutlanmaktadır?
İnternette 1946’dan beri diye yazılsa da yanlıştır. Gazeteciler Bayramı ilk kez 24 Temmuz 1948’de kutlanmıştır. Fikir Refik Halid Karay’a aittir. İlk bayram ise Taksim Belediye Gazinosunda verilen 300 kişilik kokteyl partide kutlanmıştır.
Şunu da ekleyelim ki, 28 Mayıs 1970 günü Turhan Selçuk’un dövülmesini protesto eden Cemiyet o yılın bayramına katılmama kararı almıştı. Sivil Demirel yönetimine diklenmeyi bilen Cemiyet askeri darbeler karşısında ise yelkenleri derhal suya indiriyordu. Nitekim 12 Eylül darbesinden sonra basına uygulanan ağır baskı karşısında ne yapmıştır, biliyor musunuz? 22 Ocak 1983 günü Basının Kendi Kendini Kontrol Semineri’ni düzenlemiştir! Nasıl otosansür yapılır? semineri daha doğrusu…
Mete Tunçay söyleneceği söylemiş aslında:
“Abdülhamid devrinde basın hükümetin istemediğini yazamazdı ama Cumhuriyetle beraber basın sadece hükümetin istediğini yazdı.”
25.07.2023, İttifak