Ecevit cumhurbaşkanı olsun!
Son üç-dört aydır cumhurbaşkanlığı seçimiyle yatıp kalkıyoruz. Hizbullah, AB adaylığımız, Öcalan’ın idamı gibi ‘arızi’ maddeler gündemde kendilerine zor bela yer açmaya çalıştıysa da, kısa zamanda kenara çekilmek ve yolu cumhurbaşkanının Süleyman Demirel mi yoksa Süleyman Demirel mi olacağı(!) meselesine bırakmak zorunda kaldı.
Başbakan Bülent Ecevit’in de desteklediği Demirel formülü için nelere katlanılmayacak ki!
Peki bu formül kaç kişiyi ilgilendiriyor? Akla ilk gelen Demirel oluyor. Fakat unutulan bir isim daha var: 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren. Kendisi istemese bile teorik olarak bir daha aday olması mümkün hale geliyor. Demek ki 5+5’in şu anda doğrudan ilgilendirdiği bir değil, iki kişi var.
Geçtiğimiz çarşamba gecesi Kanal 6’da 5+5 için anayasada değişiklik yapılsa bile aday olmayacağını, anayasanın cumhurbaşkanının üniversite mezunu olması şartını düzenleyen maddesinde ufak bir değişiklik yapılarak lise mezunlarına da aday olma imkanı tanınabileceğini söyledi. Bu meyanda Ecevit’in cumhurbaşkanlığı gündeme geldi ki Evren’e göre, iki kişi için kanun çıkarmaktansa, milyonlarca vatandaş için kanun çıkarmak çok daha eşitliğe uygundu.
Ecevit’in cumhurbaşkanlığı konusunu daha önce Cengiz Çandar da gündeme getirmiş ve gerekçelerini açıklamıştı.
Şahsi kanaatim, şu anda Ecevit’in, son derece dengeli-kararlı bir siyasetçi ve devlet adamı portresi çizdiği yönünde. Laikliğinden kimsenin şüphesi yok, öte yandan inançlılara ve dini bütün insanlara karşı incitici olmayan, hatta zaman zaman derin baskılara karşı onları savunan birisi; devlet adamlığında aranan ağzı sıkılık ve gösterişten uzaklık derseniz onda; Apo’ya bile “Sayın Abdullah Öcalan” diye hitap edecek kadar nazik; entelektüel tarafı zaten hep takdir edilmiştir; son koalisyon hükümetinde de gördüğümüz üzere uzlaşmacı ve bir uzlaştırma ustası; laikçi çevrelerce topa tutulacağını bile bile Arnavutluk’taki Türk okullarına teşekkür edebilen ve üzerine gelindiğinde de sözünün arkasında durabilen bir isim var karşımızda.
Dolayısıyla Ecevit’in, cumhurbaşkanlığı için fazlası var, eksiği yok.
Bana soran yok gerçi ama yine de açıklayayım: Benim adayım Ecevit!
Demirel ve Atatürk
Eğer hükümetin ve muhalefetin üzerinde anlaşmaya vardığı 5+5 formülü anayasaya girer ve Demirel yeniden cumhurbaşkanı seçilirse siyasi tarihimiz açısından ilginç bir sonuç çıkacak ortaya.
Demirel 5 yıllık ikinci cumhurbaşkanlığı dönemini de tamamlarsa 12 yıl cumhurbaşkanlığı görevinde kalmış olacak ki, bu, İsmet İnönü’yü bile sollaması anlamına geliyor. Sadece Atatürk 15 yıl ile Demirel’den fazla cumhurbaşkanlığı yapmış olacak bu durumda.
Şu anda ikinci sırada yer alan İnönü, Kasım 1938’den Mayıs 1950’ye kadar 11,5 yıl cumhurbaşkanlığı görevinde kalmıştı. Üçüncü sıradaki Celal Bayar ise Mayıs 1950’den Mayıs 1960’a kadarki 10 yıllık cumhurbaşkanlığı ile dördüncü sıraya düşecek. En kısa cumhurbaşkanlığı ise 4 yılla Turgut Özal’a nasip oldu (1989-1993). Özal’ı 4,5 yılla Cemal Gürsel takip ediyor (1961-1966).
Patrona Halil “tellak” mıydı yoksa “tellal” mı?
Bu köşede tarihi yanılgıları birer birer düzeltiyoruz. Fakat sonu gelmiyor bir türlü. İşte bir örnek daha: Güya ünlü 1730 ihtilalini çıkaran kişi olan Patrona Halil, o sırada Beyazıt Hamamı’nda tellaklık yaparmış da, “aç” ve “her türlü yeniliğe düşman” kitlelerin başına geçip bir sırığın ucuna taktığı peştemalıyla saraya yürümüş ve kanlı isyan patlak vermiştir. Bu ifadeye çeşitlemeleriyle popüler tarih kitaplarından ciddi(!) tarihlerimize kadar pek çok eserde sık sık rastlamak mümkün.
Şimdi bu anlatı, düpedüz tarihi anlamaya direnmekten başka bir anlama gelmiyor. Koskoca payitahtta bir padişahı tahttan indirecek kadar muazzam bir isyanı çıkarmak hamam tellağına kaldıysa, tarih diye bir disipline ihtiyaç yok demektir. Oysa iktidar hiyerarşiyi, hiyerarşi de meşruiyet ilişkilerini getirir. Bu ihtilalin arkasında çok daha somut iktidar ve meşruiyet çatışmalarının yattığını düşünmek hiç aklımıza gelmiyor. Alışmışız kolaycılığa, bu konuda hala aşılamamış bir kaynak olan Münir Aktepe’nin kitabını bile okumak zahmetine katlanmıyoruz.
Meselenin esası şu: Patrona gemisinde çalıştığı için bu lakapla anılan Arnavut Halil, bir dönem hamam tellaklığı yapmış gerçekten de. Fakat sonradan işten ayrılmış ve eski öteberi alıp satmaya başlamış, sizin anlayacağınız işportacılık yapmış. Günün birinde Kapalıçarşı’daki vergi kaçaklarına tedbir diye ihdas edilen; üretici ile perakendeci arasındaki pazarlıklara katılan ve buradan komisyon alan, aldığı komisyonu da devletle bölüşen tellallık mesleğine intisap etmiş. Mesleğinde göz doldurup babayiğitliği ve sözüne güvenilirliği ile şöhret yapmış ve esnafın gözünde muteber bir adam olarak kısa zamanda parlamış.
Ağır vergilerden bunalmış esnafın nabzını en yakından tutan kişilerden biri olan Patrona Halil, muhtemelen bu işin böyle gitmeyeceğine esnafla birlikte karar vermiştir. Bu sırada, Aktepe’nin iddiasına göre İbrahim Paşa’nın uzun süren sadrazamlığı, bu makamda gözü olan birçok devlet adamının tahammülünü zorlamaktadır. Sıranın bir türlü kendisine gelmemesi yüzünden Kaymakam Mustafa Paşa -işe bakın ki Damat İbrahim Paşa’nın damadıdır- kayınpederini devirmek maksadıyla bir isyan tasarlamaktadır.
Yeniçeri ağası ve yönetimden memnun olmayan başka muhaliflerle -bunlar arasında Şeyhülislam Abdullah Efendi ile Ayasofya Vaizi Zülali Hasan Efendi de vardı- güç birliği yapan Mustafa Paşa, gayesine en uygun kişinin, Kapalıçarşı’da gayri memnunların en fazla itibar ettiği tellal Patrona Halil’i yanına çağırmış ve ona düşüncelerini açmıştır. Böylece isyanın fitili, iktidar hiyerarşisinin en başından halka kadar derin bir yarık oluşturarak ateşlenmiş ve bu yarığın derinliği, Topkapı Sarayı önüne çıkarılan Sancak-ı Şerif’e halkın itibar etmemesi hadisesiyle iyice ortaya çıkmıştır.
Ezcümle: Bir imparatorlukta isyan çıkarmak öyle sıradan bir hadise değildir, bir. Patrona Halil isyan sırasında “tellak” değil, “tellal”dır, iki.