İsmet İnönü Anadolu’ya bohçalanarak gönderilmiş!
“Tarihteki olaylar neden farklı anlatılır?” diye soranlara bundan böyle Atatürk’ün “Nutuk”ta söyledikleri ile İsmet İnönü ve Ali Fuat Cebesoy’un hatıraları arasındaki çelişkileri örnek olarak vereceğim.
Mesela Gazi Mustafa Kemal Nutuk’ta diyor ki:
İsmet Bey’i Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) Paşa’nın talebi üzerine ve özellikle önemli bir maksatla, 3 Mart 1920’den birkaç gün önce İstanbul’a göndermiştim.
Nutuk böyle diyor ama İnönü, kendisini bizzat Fevzi Paşa’nın çağırdığını, Mustafa Kemal’in ise gitmesini uygun gördüğünü anlatıyor.[1] Hatta hızını alamayıp Abdi İpekçi’ye, Ankara’ya İstanbul’un işgalinden 6 ay önce gittiğini bile söylüyor.[2]
Bu durumda Ankara’ya Eylül 1919’da gitmiş ve Mart 1920’de dönmüş olması lazım ki, takvim olarak imkânsız. Halbuki Atatürk’ün Nutuk’taki anlatımına bakılırsa göre İsmet Bey en geç Şubat sonunda İstanbul’a dönecek ve Mart ayında ikinci defa gönderilecektir (birazdan gereceğinizi gibi bu defa zorla). Ankara’da kaldığını söylediği tarihlerde İnönü İstanbul’da Genelkurmay’da görevlidir ve Kâzım Karabekir’e yazdığı mektuptan da görüleceği gibi açıkça Amerikan mandası taraftarıdır. Milli Mücadele’ye de uzun zaman inanmayacak, soğuk bakacaktır. Öte yandan Ali Fuat Cebesoy’un Milli Mücadele Hatıraları’ndaki sözlerine bakarsak, İsmet Bey ilk gelişinde Ankara’da bir ya da iki gün ancak kalmıştır!
Şimdi siz Ankara’da 6 ay mı kaldı, 1-2 gün mü kaldı? Fevzi Paşa mı İstanbul’a çağırdı, yoksa Mustafa Kemal Paşa mı gönderdi? sorularının cevaplarını düşünedurun, bir tarihin nasıl çarpıtıldığını şu örnekle ortaya koyabileceğimizi düşünüyorum.
İsmet İnönü Hatıralar’ında 16 Mart 1920’de İngilizlerin İstanbul’u işgallerinden sonra Saffet (Arıkan) Bey’in ansızın evine gelerek kendisini Mustafa Kemal’in çağırdığını söylediğini, bunun üzerine hazırlanıp derhal hareket ettiklerini anlatır ve Maltepe’de kendilerini Yenibahçeli Şükrü’nün karşıladığını, bir çift er elbisesi getirdiğini, ellerine birer vesika verdiğini ve er elbisesini giyerek bir kafile ile birlikte yola çıktıklarını ekler. (Bu arada İnönü, yolda ilk uğradıkları Pendik civarındaki köyün adını “Turna” olarak hatırlar. Halbuki bu köyün adı Turna değil, Kurna’dır. Koca İsmet Paşa’nın hatıraları ne perişanlıktadır, varın siz düşünün.)
Şimdi bunları bir kenara yazın, zira az sonra bizzat Yenibahçeli Şükrü’nün ağzından aktaracaklarımızla karşılaştırmanız gerekebilir.
İnönü’nün hatıralarında adını verdiği Yenibahçeli Şükrü (Oğuz),[3] Milli Mücadele’nin adsız kahramanlarından biridir. Ve uzun yıllar Tek Parti iktidarının nefes aldırmayan baskısı altında serbestçe konuşamazken, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden itibaren fikir ve hatıralarını gazete ve dergilerde açıklamaya başlar. Nitekim 1952 Mayıs’ında Milliyet gazetesinde açtığı sert mücadelede İsmet İnönü hakkında hakarete varan iddialarda bulunur. Hatta servetini bile sorgular.[4]
Ancak biz konudan ayrılmadan şu Anadolu’ya geçiş olayını bizzat Yenibahçeli Şükrü’den dinleyelim.
İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve adam kaçırmakla görevli Karakol Cemiyeti’nin üyeleri. Oturanlardan ortadaki Yüzbaşı Dayı Mesut, ayaktakilerden ortada olanı ise Yenibahçeli Şükrü Oğuz’dur.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin, uzun yıllar baskı altında yaşayan Milli Mücadele kahramanlarının dillerinin çözülmesini de getirdiğini, tarih alanında da bir ferahlamayı, moda tabirle bir “açılım”ı başlattığını bilmek çok önemlidir. İşte Tarih Hazinesi dergisinin Temmuz 1951 tarihli 12. sayısında Yenibahçeli Şükrü ile yapılan uzun bir söyleşiyi de bu çerçevede değerlendirmek gerekecektir.
Yenibahçeli Şükrü bu söyleşide şunları söylüyor özetle:
Milli Mücadele’nin zenci kahramanlarından Yüzbaşı Dayı Mesut, Mustafa Kemal Paşa’nın ağzından Saffet (Arıkan) Bey’e bir mektup yazmış ve İstanbul’dan ayrılmak niyetinde olmayan İsmet Bey’i alıp Maltepe’deki Piyade Atış Okulu’nda yemek yiyeceğiz bahanesiyle kandırmasını söylemiş. Maksadı, Mustafa Kemal’in “Meclisi açacağız, İstanbul’daki aydınlardan bulabildiklerinizi Ankara’ya yollayın” şeklindeki genel emrini yerine getirmektir.
Nitekim 19 Mart 1920 günü İsmet ve Saffet beyler Haydarpaşa’dan bindikleri trenle Maltepe’ye geldiler. Onları dikkat çekmesin diye Teğmen Hulusi Demir’in evinde konuk ettik. Biraz sonra İsmet Bey’e, “Mustafa Kemal Paşa’dan aldığımız emir üzerine –halbuki böyle bir emir yoktu- sizi Ankara’ya götüreceğiz” dedim. İsmet Bey şaşırıp kendisine bakınca Saffet Arıkan, kaş göz işareti yaparak, bana, “Hani biz buraya yemeğe gelmiştik?” diye sordu. Ben de “Mustafa Kemal’in size ihtiyacı var, biz silaha sarıldık, siz de sarılın” dedim ve geri dönüş olmadığını, kendisini Anadolu’ya göndermeye kararlı olduğumu belirttim.
İsmet Bey “Şimdi ihtiyaç yok, icap ederse geçeriz. Şimdi gidip de ne yapacağız?” dedi. Ben dayanamayıp, “Buraya kadar geldikten sonra dönmek yok. Mutlaka Anadolu’ya geçeceksiniz. Hem de derhal!” dedikten sonra iki tane er elbisesi getirttim. Bunları giymelerini söyledim. Baktı ki olacak gibi değil. “Lahavle” çeker gibi dudaklarını oynatarak başını sağa sola salladıktan sonra aldı er elbisesini ve giyinmeye başladı. Saffet de kıs kıs gülmeye başlamıştı! Hemen o akşam üç öküz arabasıyla birlikte onları yola çıkardım. Yanlarına yaverim (halen CHP Müfettişi olan) Bekir ile Topçu Komutanı Teğmen Esad’ı verdim ve Kurna köyündeki İslam Bey müfrezesine sevk ettim.[5]
Yenibahçeli Şükrü’nün bu anıları bildiğim kadarıyla henüz yayınlanmadı ama dergideki söyleşiden anlaşıldığı kadarıyla bu bilgileri elindeki bir defterden aktarmaktadır. Demek ki notlarını yazdığı bir defter var ama biz ondan mahrumuz. Kim bilir daha neler yazılıdır bu defterde? Günün birinde bulunursa öğreniriz.[6]
Defteri bir taraftan bulmaya çalışalım ama Feridun Kandemir’in İkinci Adam Masalı adlı kitabında devrin CHP Müfettişlerinden Refik İsmail Bey’in ağzından aktardıkları da Yenibahçeli Şükrü’nün anlattıklarıyla tıpatıp aynıdır ve önemlidir. Hatta Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra bir gün Çankaya Köşkü’ne çağrılan Refik İsmail Bey’e Atatürk’ün, “Sahi anlat bakalım, İsmet nasıl bohçaya girmişti?” diye aynı olayı anlattırdığını da sözlerine ekler. Sofrada bulunan Karakol örgütü mensuplarından Edip Servet Bey’in de “Paşam, gerçi bohçaya girdi amma sokuncaya kadar neler çektiğimiz sormayın” diyerek herkesi güldürdüğünü okuyoruz aynı kitaptan.[7]
Bilmem size de öyle geliyor mu?
Yakın tarihi yeniden yazma zamanı ve zarureti hızla yaklaşıyor.
[1] İsmet İnönü, Hatıralar, 3. baskı, Ankara 2009, Bilgi Yayınevi, s. 178-180.
[2] Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1981, Cem Yayınevi, s. 29.
[3] Hakkında kısa bir bilgi için bkz. Ahmet Demirel, “Oğuz, Ahmet Şükrü”, Osmanlılar Ansiklopedisi, cilt 2, İstanbul 2008, Yapı Kredi Yayınları, s. 380.
[4] Bkz. “Yenibahçeli Şükrünün dikkate değer sözleri”, Milliyet, 17 Eylül 1952 ve “Yenibahçeli Şükrü’nün İnönü’ye ikinci cevabı”, Milliyet, 30 Mayıs 1952.
[5] Vaka’nüvis, “İsmet Bey (İnönü) Anadoluya nasıl gönderildi?”, Tarih Hazinesi, Sayı: 12, Temmuz 1951, s. 586-589.
[6] Yenibahçeli Şükrü Oğuz’un yeğeni, halen hayatta olan Nail Keçili’dir. Kendisini en azından hatıratın veya notlarının ailenin elinde olup olmadığını açıklamaya davet ediyoruz.
[7] Feridun Kandemir, İkinci Adam Masalı, İstanbul 1968, Yakın Tarihimiz Yayınları, s. 57 vd.
26 Eylül 2010, Pazar
6 Comments
Selçuk
26 Eylül 2010 at 13:05(Bu arada İnönü, yolda ilk uğradıkları Pendik civarındaki köyün adını “Turna” olarak hatırlar. Halbuki bu köyün adı Turna değil, Kurna’dır. Koca İsmet Paşa’nın hatıraları ne perişanlıktadır, varın siz düşünün.)
Bir yerin isminin yanlış yazılması yüzünden tüm hatıraların perişanlığı hakkında kanıya varmak ne kadar doğru?
Hatıraları yazarken yerin ismi akılda yanlış kalmış olabilir veya bir yazım hatası olmuştur ve farkına varılamamıştır.Tüm bunların dışında aklımıza gelmeyen bir sebepte söz konusu olabilir. Sayın Armağan, son iki yüzyıllık tarihimizin ne denli taraflı yazıldığının farkındayım (osmanlıyı yok sayan bir anlayışla yazım)fakat bu durumu eleştirirken de aynı hataya düşmemek gerek. Cumhuriyeti kuran kadroları bu kadar çok eleştirmeniz insaların kafasında farklı algılar yaratıyor. Bunun yerine iyisi-kötüsü, sevabı-günahıyla tarihi kahramanlarımmızı bir bütün olarak sahiplenmek çok daha iyi olur kanaatindeyim.Biz olayları 100-200 yıl sonra eleştiriyoruz ve o dönemin şartlarını tam manası ile algılayarak eleştirmemiz mümkün değil. Bu nedenle daha yapıcı ve iyisi ve kötüsüyle bu tarihin bir bütün ve bize ait olduğunu daha çok göz önüne alarak yazarsanız insanlara daha çok hizmet etmiş olursunuz kanısındayım. Neticede cumhuriyet sonrası devrimlerde fazlaca yanlışlar olabilir fakat bu insanlar netice itibari ile hayatlarını ortaya koyarak bağımsızlığımızı kazanmamaıza vesile olmuşlardır. Evet haksız yere idam edilen birçok insanımız vardır ama neticede yaşın yanında kuru da yanıyor ve bu tariihn her döneminde olmuştur.
Çalışmalarınız da başarılar diliyorum.Saygılarımla.
mesutmete
26 Eylül 2010 at 16:35Selçuk beyin söylediklerine katılmıyorum.Ben yazılarınızda cumhuriyet dönemindeki yaşanılanlara mustafa yaklaşımınızda kişi kötülemesi algılamıyorum. Aksine Mustafa bey,olanı olduğu haliyle anlatımıyla diğer tariçilerden ayrılıyor.Belli bir fikrin benimsetilmesi gibi bir hisse kapılmadığımı da rahatlıkla söyleyebilirim.Bizim tarihle yüzleşmemizi , gerçeklerin suradımıza bir şamar çarması indirmesine benzetebilirim. Bunu bize Mustafa bey değil, tarihimizin ta kendisi yapıyor. Maalesef bu durumlar Mustafa beyin hemen hemen elini attığı pek çok yerde rastladığı durumlar.Hatta olayın perde arkasında, tahminimce mustafa beyin dahi” Bu kadarına da pes vallahi” dediği ama bize aksetmediği konuların da olduğundan şüphem yok.Yani bir nevi kozmik odalarda bize söylenmeyen, adına gizli ünvanı konulan konuları içeren bir tarhe sahibiz. Mustafa bey, bence ele aldığı tüm dönemlerde,tüm konularda benzer sıkıntılar yaşamıştır.İnanılması olanaksız onlarca konular ..Düşüncesi bile ilginç.günün birinde toplumuz bu konularıda konuşabilir düzeye gelince, belki Mustafa bey yeniden durum değerlendirmesi yapabilir.konuyu buradan ele alırsak,ya bizim değil düşünmeyi,Mustafa beyin bile düşünmekten çekinserliği…Mustafa bey veya diğer Ali, Ahmet beyler.. Kim ler gelir kimler geçer.Gerçekler sadece zaman içinde, tarih içinde vukuu bulur,mutlaka ama mutlaka ortaya çıkar.Bazen kolaylıkla açılıverir, açıklanıverir mevzuular,bazende petrol kuyusundan fışkırırcasına..selamlarımla..
Selçuk
26 Eylül 2010 at 21:35Mustafa Armağan beyin yazdıklarının da kesin gerçek olduğunu söyleyemeyiz netice de üzerinde tartıştığımız konu sosyal bilimdir ve fen bilimleri gibi mutlak bir doğruya ulaşamayız. Sonuçta Mustafa Bey’in yazdıklarının da tersini yazan tarihçilerimiz var onlarda kendilerine göre haklı. Benim anlatmak istediğim tarihi ele alırken illa birilerine ak birilerine kara demek ihtiyacını hissetmeyelim herkesin iyisi ile kötüsü ile kabul edelim. Netice de yanlış bişeler yaptılarsa bile hiçbirimizin o insanlar kadar kendini vatanına ve milletine adadığını düşünmüyorum, biz paramızı harcamaktan çekinirken o insanlar sevdikelrini ve en önemlisi de canlarını ortaya koydular..
Selahattin Balsoy
30 Eylül 2010 at 14:47Bende herşeyden önce uyanan fikir,bizim aydınlarımızın tarihi derinlemesine incelemeden yüzeyden dolduruşa geldikleri kanısı..sayın Mustafa Bey’in objektik bir görüşü var..daha bilmem bilemediğimiz ne gibi srlar var..çarpıtılmış tarihimizde..dürüst bir çalışmayla ve incelemeyle bu çarpıtmalar ele alınırsa tarihimizi ve geçmişimizi daha iyi öğreneceğiz..ve önümüz açılacak, ileriye daha sağlam bilgilerle gideceğiz..Mustafa Bey’e çalışmalarında başarılar dilerim…
Rasim Gün
5 Kasım 2010 at 15:23Mustafa Armagan gibilerin,cehalet batakliginin ne kadar büyüdügünü gösterircesine artmakta olmasi beni, Türkiye insaninin cagdas uygarligin üzerine cikip refaha kavusmasi idealinin gittikce kararan bir gelecege kalacagini belirginlestiriyor!Yazik!Cumhuriyetimiz bagrinda ne aymazlar yetistirmis!Oysa,Insanoglu,yarattigi uygarlik yolunda ,dönemsel tökezlemeler olsa da “Ileri”yürümek zorunda…Atatürk gibi bir degeri anlamaktan yoksun beyinlerin Türkiye’si elbet aydin olamamis “aydin”lari tarihin cöplügüne ,bilgilenmeden yazilmis kitaplariyla süpürecektir!Osmanliyi,duygusal düzlemde yüceltme cabasi sirklerde insanlari güldürmeye benzer!Yazik!!Bosa harcanan emeklere,enerjiye yazik…….Rasim Gün -ögretmen.
oğuzhan kayıboyu
11 Kasım 2011 at 00:05BU KONUDA YAYINLANAN YENİ BİR KİTAP VAR. YENİBAHÇELİ ŞÜKRÜ’NÜN HATIRALARI. ÇİZGİ YAYINLARI TARAFINDAN YAYINLANMIŞTIR.