• Home
  • Genel
  • İzmir’i Türklerin yaktığını “bütün dünya” biliyormuş!

İzmir’i Türklerin yaktığını “bütün dünya” biliyormuş!

İzmir’i Türklerin yaktığını “bütün dünya” biliyormuş!
Geçen hafta 1922 İzmir yangınının Levanten şahitlerinden söz etmiş, ancak yerimiz kalmadığı için devam edememiştim. Ege Üniversitesi hocalarından Pelin Böke’nin gerçekleştirdiği bir sözlü tarih araştırması, İzmir’deki yangını yaşamış Levantenleri konuşturmaktadır. Şimdi ne Ermeni, ne Rum, ne de Türk olan, yani tarafsız kalmaları için her türlü sebep bulunan bu şahitlerden 1914 doğumlu Ferdinando Stano’yu dinleyelim:
“O gece yangın başladı Gazi Bulvarı’nda. Evde çoluk çocuk, annem, babam, amcalar hepsi vardı. Bir battaniye aldık, nerde yatacağız belli değil. İzmir’den Turan’a gitmek..!!?? Vesait yok, araba çalışmaz, hiçbir şey. Ermeniler birinciydi yangını çıkaran. Yunanlılar çarpışıyordu ara sırada. Türkler Eşrefpaşa’da, yukarıdaydılar. Ermeniler Yunanlılarla birlik çarpışıyordu o zaman. Eee gördüler, Türkler başladılar inmeye Eşrefpaşa’dan İzmir’e doğru, yangına verdiler İzmir’i.”
Böke, görüştüğü bütün Levantenlerin de yangını Ermenilerin çıkardığı kanaatinde olduğunu ekliyor sözlerine. Madam Cochini olsun, Claire Copri olsun hemfikirler.
Ancak biz işi burada bırakmayalım ve Etyen Mahçupyan’ın o sığ dedikodu üslubunun (“bütün dünya biliyor” demenin başka bir izahı olabilir mi?) dışına çıkmaya çalışalım. Bakalım, “bütün dünya” bu yangını Türklerin çıkardığına sahiden de inanıyor muymuş?
Bir Ermeni yazarın, Pars Tuğlacı’nın “Çağdaş Türkiye” adlı 3 ciltlik eserine bakmaya ne dersiniz? İlk cildinin 649. sayfasından itibaren önce şehri Yunanlıların yakmadığının söylenemeyeceğini, sonra da J. Schicklin adlı İzmir-Kasaba Demiryolu Şirketi’nin Fransız müdürünün ağzından Ermeni çetelerinin bulundukları mahalleyi nasıl bir “kale” haline dönüştürdüklerini ve bu kaleden şehre giren Türk askerine karşı nasıl kurşun ve bomba yağdırdıklarını aktarmaktadır.
Tuğlacı’dan, Türk edebiyatçısı Bezmi Nüzhet Kaygusuz’un annesinin Ermeni mahallesinde babadan kalma bir evi olduğunu ve yangında onun da yandığını öğreniyoruz. Demek ki, yanan Ermeni mahallesinde yalnız Ermeniler oturmuyormuş; diğer Osmanlı mahallelerinde olduğu gibi karma bir düzen varmış. Ayrıca Tuğlacı, yangını Ermenilerin çıkardığını iddia eden İtfaiye Müdürü Grescovich’in raporunu da gözünü kırpmadan yayınlamıştır.
Bitti mi? Hiç biter mi? Bakın daha neler var heybemizde:
Acaba o ne söylediğini çok özlediğimiz dış basın neler yazmıştır? Tarihçi Orhan Koloğlu’nun makalesinden takip edelim.
Dış basının nasıl zikzaklar çizdiğini pek güzel ortaya koyan Koloğlu, Fransız gazetesi “Figaro”nun 1919’da Türkleri “barbar” gösterirken, 1922 Eylül’ünde Türk yanlısı bir konuma geçtiğini belgeliyor. Ancak bu da kesin değil. 18 Ekim 1922’de şehri Türklerin yaktığını yazan da aynı gazetedir. “New York Times” Türklerin İzmir’i intikam almak için yaktıklarını yazar. Oysa Fransız “Temps” gazetesi, Yunanlıların yaktığı kanaatindedir. İtalyan basını ise başından itibaren Türkleri desteklemiştir. Nitekim “Corriera Della Sera”, Türk askerinin şehirdeki disiplin ve sükûnetinden övgüyle söz etmektedir. İngiliz “Times” muhabiri, İstanbul’dan geçtiği haberde şehri Yunanlıların yaktığını yazarken, Fransız “Le Matin” gazetesi Ermenilerin yaktığına inanır. (23 Eylül 1922)
Bu haber çorbasından ne çıkar dersiniz? İzmir’i her üç tarafın da yaktığı veya kimsenin yakmadığı mı? Bence bir tek şey çıkıyor: “Bütün dünyanın” yangın hakkında aynı şeyi düşünmediği.
Mahçupyan’ın bir TV programında tarafsız tarihçi olarak lanse ettiği Eric Jan Zürcher “Modernleşen Türkiye’nin Tarihi”nde yangını kimin çıkardığı konusunda sessiz kalmayı yeğlerken, Batı Anadolu’daki hasarları savaş haline ve Yunan ordusunun “kasıtlı tahribatı”na bağlamaktadır. Justin McCarthy de bu konuda aynı düşünmekte ve İzmir’i Türklerin yaktığı iddiasını gülünç bulmaktadır: “Acaba Türklerin Kurtuluş Savaşı tarihinde böyle akıldışı bir olayın benzeri var mıydı? Mustafa Kemal buraya işgal süresince Rumlar yerleşti diye yeni ele geçirilen bu en verimli Anadolu şehrinin bu şekilde yok edilmesine izin verecek bir insan mıydı?”
Ben kanıtlarla konuşuyorum, laf cambazlığı yapmıyorum. İşte bir başka kanıt: 1939’da Türkiye üzerine bir kitap kaleme alan D. E. Webster, kimin çıkardığı hususunda çeşitli rivayetler bulunmakla birlikte, tarafsız gözlemcilerin, yangını, işgal süresince yanlış ata oynayan Ermeni terör örgütlerinin çıkardığına inandığını aktarmaktadır. Yunanlı tarihçi Lord Kinross’un, sözü budaktan esirgemeyen “Atatürk” adlı kitabında da benzer görüşler ileri sürülür.
Son olarak Amerikalı mühendis ve yardım komitesi üyesi Mark O. Prentiss’in birinci el kaynak hüviyetindeki raporuna göz atalım. Prentiss, “Amerika’da herkes İzmir’i Türklerin yaktığını zannediyor; ama ben böyle bir bulguya rastlamadım.” diyor. Bunun yerine, halkın, Türkler gelirse şehri yakacaklarına yemin etmiş bir genç Ermeni örgütünün bulunduğunu bildiklerini ve bu yangının onların planı olduğunu söylüyor. Aynı şekilde Grescovich’in şahitliğine ve samimiyetine tamamen güvendiğini ifade eden Prentiss, itfaiyenin yetersiz kaldığı yangının “Türk askerleri tarafından söndürüldüğünü” belirtiyor. Rüzgârın yön değiştirmesi ve şiddetlenmesi olayına dikkat çeken asıl kaynağımız da onun raporu. Bazı kaynaklarda belirtilen Türk askerlerinin Amerikan Konsolosluğu civarına benzin döktükleri rivayetini de kesin bir dille reddeden Prentiss, böyle bir olaya şahit olmadığını söyledikten sonra şu sözlerle noktalıyor raporunu:
“Dürüst tarihçinin dikkatine değer bir olgu şudur ki, yangının başlamasından itibaren veya müteakip haftalarda İzmir’deki pek az insan Türklerin yangından sorumlu olduğuna inanıyordu. Türklerin bir yangının patlak vermesine karşı düzenli uyarılar noktasında ağır bir şekilde ve suçlanacak derecede ihmalkâr davrandıklarını herkes biliyor; fakat ne Türk askerlerinin, ne de Türk sivillerin şehri kasten yaktıkları veya onu tahrip etmek istedikleri yönünde bir kanıta rastladım. Bütün kanıtlar başka bir yönde toplanıyor.”
Böylece yoğun bir yazı dizisinin sonuna geldik diyecektim ki, Mahçupyan’ın sinirli hali her satırından tüten cevabı çıkageldi. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu saldırgan ve kişisel üsluba hiç gerek yoktu. Sonuçta tarihi tartışıyoruz, kendimizi değil.
Anlayacağınız gelecek hafta Mahçupyan’ın meseleyi anlamayı değil, bağcıyı dövmeyi ödev olarak önüne koyduğu yazısındaki tutarsızlık ve bilgi eksikliklerini okuyacaksınız. Sabır istiyorum. Birazcık…

01 Ekim 2006, Pazar

Bir cevap yazın