• Home
  • Genel
  • Sosyoloji, geleneği anlayabilir mi?

Sosyoloji, geleneği anlayabilir mi?

Sosyoloji, geleneği anlayabilir mi?
Bizde gelenek denildiği zaman soyut ve flu bir oluşumdan söz edilir genellikle. Geçmişin tozlu sayfaları arasında kalmış, bizden uzaklaşmış ve bir şekilde haberdar olduğumuz veya içimizde yaşayan bir “öz” kastedilir gelenekle. Geleneğin hiçbir toplumsal taşıyıcısı, hiçbir ekonomik temeli, çıkarlarla ilişkisi yokmuşçasına ele alınması ciddi bir zihin sakatlanmasına yol açmakta ve ondan asıl devşirilecek faydaların kendi elimizle bir yana itilmesi sonucunu doğurmaktadır. Oysa gelenek her zaman “birilerinin” geleneği olmuştur, birilerinin ve onların sosyal, siyasi ilişki ve çıkarlarının… O ilişki ve çıkar biçimleri ortadan kalktığında geleneği ayakta tutan sütunlar çökmekte ve bir süre sonra gelenek/ler de sessiz sedasız ortadan çekilmektedir. Bugün “eyer koşumculuğu” zanaatını ne kadar savunursak savunalım onu ayakta tutan sosyal ve ekonomik tabanı kaybettiğimiz zaman ister istemez bir süre sonra zanaatın kendisi de toplumsal ilişki ağından koparak marjinalleşip ortadan kalkacaktır.

Demek ki ilk öğrenmemiz gereken husus, gelenek dediğimiz fenomenin arkasında her zaman bir toplumsal grup, sosyolojik bir alt yapının bulunduğu, geleneğin bir toplumun en genel anlamda ideolojisini (ya da dünya görüşünü) ifade ettiğidir.

Modernliğe gelirsek. Burada da tipik bir tuzak bizi beklemektedir. Modernlik yanlısı söylem -ki bunlara sosyolojinin ana damarı da dahildir- genelde “Modernlik değişmeci ve ilerlemecidir, gelenek ise durağandır” gibi bir fikr-i sabit üzerinde ısrar etmektedir. Biz de farkına varmadan bu dikotomiyi benimsemiş bulunuyoruz. Aslında burada gelenek bilerek negatif, olumsuz, pasif kutba modernlik ise pozitif, olumlu, aktif kutba yerleştirilmiştir. Bu ayrıma göre gelenek ancak geçmişe dönülerek yakalanabilen bir vakıa olup neredeyse bugünkü hayatla her türlü rabıtası kopmuş durumdadır. Ölü bir gelenek, geleneklerin en iyisidir, modernist sosyologlara göre. Çünkü artık bir tehdit olmaktan çıkmış, bir inceleme nesnesi haline gelmiştir.

Düşünelim: Böyle bir toplum olabilir mi? Böyle bir toplum hiç yaşamış mıdır? Geleneksel dönemde değişme, gelişme, sosyal ve teknolojik devrimler, büyük zihniyet dönüşümleri, sosyal hareketlilik sanki hiç yaşanmamış gibi davranılıyor ki, bu tamamiyle bir yanılgıdan ibarettir. Zira bu en başta “toplum”un tanımına aykırıdır. Toplum bir etkileşimler sistemiyse, geleneksel dönemde de, modern dönemde de etkileşimler sürekli vardı, sadece bunların dozları, onlara atfedilen moral nitelikler vs. değişmiş olabilir. Toplumları geleneksel-modern şeklinde ayırmak, bir tarafa siyah, negatif, pasif, olumsuz özellikleri, öbür tarafa ise beyaz, pozitif, aktif, olumlu özellikleri yığmak bir ideolojik çarpıtma değilse nedir?

Açıkça söylemek gerekirse bu ne felsefi, ne sosyolojik, ne de tarihi açıdan savunulabilir bir görüş olup bir düşünme kolaycılığı, konu üzerinde düşünmekten kaçmanın yollarından biridir. Ne gelenek zannedildiği gibi atıl bir kütledir, ne de modernlik zannedildiği gibi tamamen yeni, geleneklerden kopuk, işe sıfırdan başlamış bir fenomendir. Geleneğin kendi içinde son derece değişken, hareketli, gelişen bir yapısı olduğu gibi modernliğin de içinde önemli oranda geleneksel ve atıl, hareketsiz unsurlar var olmaya devam etmiştir.

Batı’daki gelenekçi akıma göre ise -Guenon, Schuon ve Nasr ilk akla gelen isimlerdir- büyük harfle GELENEK, Hz. Adem’e indirilen ilk vahiy ve bilgilerden itibaren modernliğin etkisini hissettirmeye başladığı zamana gelinceye kadar elden ele devredilmiş olan kutsal bilgidir. Buna göre Gelenek, peygamberler tarihini, dinlerin mistik boyutunu, tasavvufu ve bunların hepsini kuşatan bir hadisedir. Yalnız dikkat edilirse bu akımın söyleminde Gelenek, yukarıda değindiğimiz toplumsal taşıyıcıları ihmal etmekte ve Geleneği toplumsal biçimlerden kopuk olarak tarif etmektedir; o sanki insanlık tarihini boydan boya kat eden ve modernliğin rüzgarıyla püskürtülen bir bulut kümesi gibidir.

Elbette bu yazarların geleneksel kültüre ait birçok kavramı anlamamıza önemli katkıları olmuştur ve bu yüzden dikkatlice okunmaları gerekmektedir. Fakat bir kavramı toplumsal kökeninden kopardığınızda hem o kavramı anlama şansınız azalır, hem de onu nasıl olup da yeniden inşa edeceğiniz konusunda çıkmaz bir sokağa saplanırsınız. Ancak toplumsal tabanı ile birlikte bakıldığında gelenek, kanlı canlı, taş gibi müşahhas bir gerçeklik olarak karşınıza çıkar ve onun kaybolduysa kayboluş nedenlerini, yeniden inşa edilecekse bunun ipuçlarını bulma şansını yakalayabilirsiniz.

Bir yanıt yazın