Tam tersi de olabilirdi ve Şehzade Mustafa Türbesi’nin önüne şiş gözlerle gelenler Mahıdevran yerine Hürrem’e, Mustafa yerine Bayezid ve erkek kardeşlerine ağlıyor olabilirlerdi. Bu bir iktidar mücadelesiydi ve bir cihan devletinde yaşanıyordu.
Türbe restorasyona alınmıştı. Kapısı kontrplakla kapalıydı.
Lakin kimin umurunda? Önünde cep telefonuyla bir hatıra resmi çektirmek yetiyor da artıyordu bile insanımıza. Tabii şişirile pişirile çekilmiş bol hırıltılı idam sahnesinin etkisi gözleriyle türbe arasında asılı kalıyordu. Türbeye bakarken onu görüyorlardı.
Peki Mustafa’nın idamı sırasındaki olaylar dizideki gibi mi cereyan etmişti?
Batılı kaynaklar ile tarihçi Müneccimbaşı, Kanuni’yi o çadırda gösterseler de, güvenlik bakımından ve faciaya şahit olmamak için Kanuni’nin diğer oğullarıyla birlikte uzaktaki bir çadıra geçtiğini düşünmek daha doğru olur. Belki Mustafa’nın babasının otağın 4. bölümünde olduğunu düşünüp oraya iltica etmeye kalkmasından kaynaklanmış olabilir bu algı. Fakat içeriye girebilseydi de babasını orada bulamayacaktı. (bkz. Danişmend, II, 284.)
1) Kaynaklarımızın verdiği bilgilere göre Şehzade Mustafa içeriye girdiğinde çadır boştu ve bu yüzden telaşlanmış ve tuzağa düşürüldüğünü anlamıştı. Babasıyla da asla bir görüşmesi olmamıştı. Fakat dizide babası “tefhim”de bile bulunuyor, yani kararı yüzüne okuyor.
2) Malum dizide Kanuni, oğlu Mustafa’nın işini göremeyen cellatları güya içerideki çadırından dışarıya çıkarak uyarıyor, onlara bağırarak emir veriyor! İyi de bu cellatlar sağır ve dilsiz değiller miydi? Onu nasıl duyacaklardı? Dahası Kanuni de bunu bilmeyecek kadar saf mıydı?
Temel hata
Dizinin en başından beri işlenen –ama bu diziye mahsus olmayan- hata, senaryonun Hürrem-Rüstem-Mihrimah üçlüsünün bütün bu melanetleri işlediği kabulüne dayanmasıdır. Bu, olayın bir yorumudur ve kesinlikle tek yorumu değildir. Gelibolulu Mustafa Âli’den kaynaklanan bu hikâye, Batılı kaynaklar ve Topkapı Sarayı’ndaki bazı belgelerle desteklenerek modern zamanlara ulaştı ve 1916’da basılan Ahmed Refik’in “Kadınlar Saltanatı” gibi popüler tarih kitaplarıyla bildiğimiz kıvamına erişmiş oldu. Böylece bir tarafta ‘masum’ ve ‘bahtsız’ Şehzade Mustafa (iyi adam) ile onun baş düşmanları Hürrem-Rüstem-Mihrimah troikası (kötü adamlar) “cast”ı kurulmuş oluyordu. Bundan sonra gelsin senaryolar…
Oysa Leslie Peirce’in Harem-i Hümayun adlı son derece aydınlatıcı kitabına bakarsak meselenin görünmeyen bazı yönleri de ışık altına geliyor. Mesela Hürrem Sultan’a yapageldiğimiz şu haksızlık: “Hürrem, Mustafa’yı taht savaşında tasfiye etmeye ve bu işte kendine müttefik bulmaya çalışırken, bir şehzade annesinden beklenen oğlunu koruma rolünü yerine getiriyordu. Onun Mustafa’nın adaylığını bozma çabaları Mahıdevran’ın oğlunun başarısını garantiye alma çabalarıyla paraleldi. Ama Mahıdevran, oğlundan yana çabaları nedeniyle övülürken, Hürrem kötüleniyordu.”
İki kadın da oğullarını iktidara taşımak için annelik içgüdüsüyle hareket ediyor ama okkanın altına giden Hürrem Sultan oluyor. Oysa tam tersi de olabilirdi ve türbenin önüne şiş gözlerle gelenler Mahıdevran yerine Hürrem’e, Mustafa yerine Bayezid ve erkek kardeşlerine ağlıyor olabilirlerdi. Bu bir iktidar mücadelesiydi ve bir cihan devletinde yaşanıyordu. Kimsenin 20 Türkiye büyüklüğündeki bir süper devleti 46 yıl yöneten adamı onun bunun sözüyle bu hayat memat meselesi olan kararı alacak kadar aptal zannetmeye hakkı yoktur.
Mahıdevran’ın kara yazısı
Burada oğlunun vefatından kısa bir süre önce torunu Mehmed ile birlikte Bursa’ya yerleşmiş olan Mahıdevran Sultan’ın son günlerine dair pek az bilinen bir gerçeğe yer vermek istiyorum.
Rahmetli Kâmil Kepecioğlu’nun Bursa Şer’i Mahkeme Sicilleri arasında bulduğu bir belgeye göre Mahıdevran Sultan, 8-10 kişilik maiyet kadrosuyla birlikte Amasya’dan Bursa’ya sürgün edilmiştir. 95 numaralı defterin 28. sayfasında bulunan belgeye göre oğlunun idamının üzerinden tam 10 yıl geçmiştir ama Mahıdevran Sultan’ın azabı bitmemiştir.
Yine Kanuni dönemindeyiz. Mahıdevran Sultan 10 yıldır kirayla tutulan evlerde oturmaktadır ama kirası hiç ödenmemiştir. Ev sahipleri gelip kiralarını istemişler. Kanuni de cevabında şöyle demiştir (kısaltıp sadeleştiriyorum):
“Gelen bilgi doğru ise hükm-i hümayunum elinize geçince o çeşit evlerin kirası günde ne ediyorsa bilgi alınıp söz konusu evlerde ne zamandan beri oturulup kirasının verilmediği hesaplanıp çıkan meblağın Hassa Harc Emininden verilmesi için ferman olunmuştu. Buna göre filan kişilerle evlere gidilip araştırma yapıldı. Günlük 10 akçe kira bedeli çıkarıldı. 9,5 yıllık kira bedeli hesaplanıp 34 bin 200 akçe ev sahiplerine ödendi.”
Kira borcu bitmiş, bir parça nefes almıştır belki ama hem Şehzade oğlunu, hem de Şehzade torunu Mehmed’i kaybeden Mahıdevran Sultan’ın azaplı günleri sona ermemiştir. İkinci bir belge bize bu acılı annenin sıkıntılarının devam ettiğini göstermektedir. Belgede Kanuni’nin şöyle dediği yazılıdır:
“Şöyle işitildi. Bursa’da oturmakta olan Sultan Mustafa’nın Validesi Mahıdevran Sultan’ın adamları pazardan akçe ile et, ekmek, bal ve yağ vs. ihtiyaçlarını almak istediklerinde çarşı esnafı başkalarını öne alıyorlar ve şehirliden bazıları ihanet edip saygıda kusur ediyorlarmış. İmdi buyurdum ki, hükm-i şerifim (fermanım) ulaştığında Bursa’daki kasaplara ve bakkallara ve diğer pazar ehline sıkı sıkıya tembih edip Mahıdevran Sultan’ın bütün ihtiyaçlarını akçeleriyle toplatıp alacaklarının iyisini ve seçmesini alıverip diğer insanlardan öne geçiresiniz ve şehirliden ve diğerlerinden ihanet kast edenlerin gereği gibi haklarından geldirip kendisine ve adamlarına kesinlikle müdahale ettirmeyesiniz. Gereken saygıyı göstermekte dakika kaybetmeyiniz. Alâmet-i şerife itimadkılasuz.” (Vakıflar Mecmuası, II, 1940.)
Bursa’daki Şehzade Mustafa Türbesi bugünlerde ziyaretçi akınına uğruyor.
Kepecioğlu’nun verdiği bilgilere göre nihayet iki yıl sonra Kanuni yeni bir ferman göndermek suretiyle biçare Mahıdevran Sultan’ı kira köşelerinden kurtararak Hisar’da, bugünkü Devlet Hastanesi civarında bulunan İmaret-i İsa Mahallesi’nde Leyszade Evleri demekle meşhur büyük bahçeli evi 20 bin akçeye satın aldırmıştır.
Mahıdevran Sultan bundan sonra II. Selim’in saltanat yıllarında ısrar ede ede oğluna bir türbe yaptırmaya çalışacaktır. Nitekim II. Selim’in Mimar Sinan’a bu türbeyi kimin yapabileceği konusunda fikir sorduğunu, onun da kendisinin bu göreve talip olmadığını, bu işin Mehmed Ağa adlı birine verilmesini istediğini 12 No’lu Mühimme Defteri’nden öğrenebiliyoruz.
Artık Mahıdevran Sultan’ın, oğlunun türbesinden başka bir varlığı kalmamıştır. Varını yoğunu ona vakfettiğini biliyoruz. Kanuni’nin aldığı evini, iki adet değirmenini ve 100 bin dirhem gümüş akçesini oğlunun türbesinin tamirine ve kendisinin ruhuna Kur’an okutulmasına vakfetmiştir ve bu, bahtsız oğlunun yanına gömülmesinden önce ondan aldığımız son haberdir.