Osmanlı’da “Kimse yok mu?” programı
Hürrem Sultan’ı nasıl bilirsiniz? Yıllar önce sınıf arkadaşlarımdan biriyle İstanbul’daki Süleymaniye külliyesini gezmeye gittiğimizi hatırlıyorum.
Soğuk bir kasım günüydü, Haliç’in pusları üzerimize yapışıyor, biz karmaşık duygular eşliğinde bağdaş kurmuş Sinan’a benzettiğim camiden türbelere doğru seğirtiyorduk. Arkadaşım da, kardeşi de “hızlı” İslamcı. Bir yandan Kanuni türbesini geziyoruz, bir yandan da onların, Kanuni’nin hatırasına aşkettikleri lekeleri zihinlerinden silmeye uğraşıyorum. İddiaları pek bildik gelecek size: Yok Kanuni “zirvedeki cüce” imiş, yok “Osmanlı esas onun zamanında batmaya başlamış”, yok devlet işlerinde “Hürrem Sultan’a teslim olmuş”.
Ekşi bir yüzle çıkıyorlar Kanuni türbesinden. Yandaki türbenin kapısında ise vaziyet iyiden iyiye vahamet kesbediyor. Arkadaşımın kardeşi, türbenin kapısında “Hürrem Sultan” yazısını görür görmez bırakın içeriye girmeyi, afedersiniz, yere tükürerek tepkisini koçyiğitler gibi ortaya koymuştu. Öyle anlaşılıyordu ki, Hürrem Sultan’ın onun gözünde bir fahişeden farkı yoktu! (İşin tuhafı, türbenin kapısına tüküren bu “hızlı” gencin memurluk hayatından sürekli kötü kokular yükseldiğini bizzat kardeşinden dinlemiştim sonraları.)
Nedenmiş efendim? Osmanlı sarayına kadın parmağı onun zamanında girmiş, Kanuni’ye oğlu Mustafa’yı öldürterek devletin bahtını karartmış, türlü dolaplar çevirerek kendi oğlu Selim’i tahta çıkartarak duraklama devrini başlatmış.
Hayır, hemen bu genci kınamayın. Tarih karşısında benzer tavırlar hangimizden sadır olmadı ki? Bu bizim “hüzn-i umumi”miz aslında. Gülben Ergen’in başrolü oynadığı son Hürrem Sultan melodramı da aynı önyargıların yatağından pijamalarıyla kaçmış değil miydi?
Bu nasıl bir kaderdir Hürrem abla?
Olumsuz bir imaj sağanağına tutulmuş bulunan Hürrem Sultan’ın cömertlik ve hayırseverlik cephesi neredeyse silinmiştir tarihlerden. Öyle ki, İstanbul, Aksaray’daki Haseki semtinin, ismini bir zamanlar Haseki olan Hürrem’in hayır eserlerinden aldığını semt sakinleri bile bilmez. Oysa İstanbul’un sur içindeki en büyük hastanelerinden birisi olan Haseki Hastanesi’nin temellerini, yaptırdığı Darüşşifa ile Hürrem Sultan atmıştır. Aynı semtte cami, medrese, sibyan mektebi ve imaret yaptıran da ondan başkası değildir. Keza Ayasofya ile Sultanahmet Camisi arasındaki Haseki Hamamı da bu hayırsever kadının hayratı cümlesindendir.
Lakin Hürrem, eserlerini sadece başkente yığmamış, taşra şehirleri de onun hayırseverliğinden nasiplerini almıştır. İsrailli Osmanlı tarihçisi Amy Singer’ın “Constructing Ottoman Beneficence” adlı kitabı (SUNY Press, 2002), bize Hürrem Sultan ve onun Kudüs’te yaptırdığı imaret hakkında ilginç bilgiler sunuyor. (Türkçeye tercüme edilmekte olan bu kitap hakkında yazarıyla yapılan bir konuşma için bk. Toplumsal Tarih, Kasım 2003.)
En büyük patroniçe
Singer, bizi iki şaşırtıcı olguyla yüz yüze gelmeye davet ediyor. Birincisi, hayırseverliğin Osmanlı toplumunu anlamada çok önemli bir boyut teşkil ettiği. Osmanlı toplumunun zenginlerinin, nasıl olup da, bir zorlama olmadan, adeta bir farzı eda ediyorlarmışçasına mal ve paralarını bu yoğunlukta fakir fukaraya dağıttıkları, üstelik bunu yaparken dinî bir coşku ve heyecan duydukları sorusu üzerinde duran yazar, hayırseverliğin Osmanlı toplumunun merkezinde yer aldığını söylüyor. Dahası, bunu adeta bir hayat tarzı haline getiren hayırseverlerin hiç de az olmadığını sözlerine ekliyor.
Singer’ın yakaladığı ikinci önemli nokta ise Hürrem Sultan’ın o zamana kadar başka Müslüman yöneticilerin bile aklına gelmeyen bir devlet aşevi (matbah-ı âmire) kurmayı nasıl akıl ettiği. Hürrem Sultan’ın, yalnız Harem’deki kadınların aklını devlet işlerine çelmekle kalmadığı (bu, çoğumuzun sandığı gibi kötü bir şey olmayıp aslında bir tür saray devrimidir!), aynı zamanda kendisinden önce ve sonra gelen bütün Osmanlı saray kadınlarını geride bırakacak derecede hanedanın toplumla temasını sağladığı, Osmanlı tarihinde hayır ve imar işlerinde en aktif ve görünür “patroniçe” unvanını haklı olarak kazandığı ortadadır.
Hikâyenin gerisi de ilginç: Meğer tam Hürrem’in imareti yaptırdığı yerde vaktiyle Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi Helena’nın da bir hayratı varmış. Hatta onun kurduğu hastane, Hürrem Sultan tarafından Darüşşifa olarak ihya edilmiş ve bu hastanede müslim-gayrimüslim kim gelirse geri çevrilmeyeceği vakfiyesinde kayıtlıymış. Daha da ilginci, Orta Asya’dan köle olarak Kudüs’e getirilen Sitti Tunşuk adlı kadının, 14. yüzyıl sonlarında aynı yerde büyük bir ev yaptırmış olması. Evin mutfağında pişen yemekler sufilere olduğu kadar halka da ulaşırmış.
Böylece Hürrem Sultan, aşevini kurmakla Helena ile Tunşuk ile birlikte Kudüs halkının hayır dualarını alma geleneğine ortak olmayı tercih etmiş. Tarihin bir şehrin içine ördüğü çözülmesi zor düğümlerden birisi daha.
Osmanlı toplumunun karşısına geçip “Kimse yok mu?” programını sunan, dahası, yapacağı yardımı en güzel şekilde yerine ulaştıran bu hayırsever ve akıl dolu kadına yaptığımız onca iftirayı boşaltacak “temiz” bir arsa gözünüze çarpıyor mu yakınlarda?
Do you want Search?
Random Post
Search