Uzlaşma kazandı!
Uzun bir seçim gecesinin mahmurluğuyla siyaset harici yazmak, doğrusu epeyce cesaret işi. Bir kere seçimlerin hararetinin daha soğumadığı bir günde kime okutabilirsiniz ki kültürün bin bir ayrıntısı üzerine yazılmış bir yazıyı? İkincisi, yazarın da uykusuz geçirilen geceden sonra kafası epeyce karışmıştır ve yumak olmuş izlenimlerini intizama sokmak için yarenlik etmeye ihtiyacı vardır; yani o da teşnedir siyaset yazmaya. Bu yüzden içinden, “Bari sen siyasete karışma!” diye geçiren aziz okuyucum, beni bağışla!
Garip bir seçim kampanyası geçirdik. Partiler bir türlü ısınamadı, adaylar asılamadı; siyaset kasıldı, gerçek dengelerini açığa vuracak vasatı bir türlü yakalayamadı. Daha 1 ay öncesine kadar yapılıp yapılamayacağının bile şüpheli olduğu eşsiz bir seçim olarak tarihe geçti 18 Nisan seçimleri.
Son 2-3 yıl içinde yaşadığı büyük gerilimler, yükselen tansiyon, piyasalardaki büyük tıkanma, askeri siyasetle bu derece haşır neşir olmak zorunda bırakan istikrarsızlıklar halkı protestocu partilerden daha uyumlu ve iş birliğine yatkın partilere yöneltmiş görünüyor. Mütevazılığı ve dürüstlüğü ile halkın gözünde yıldızı 20 yıl sonra yeniden parlayan Ecevit’in, kimseyle kavga etmeyen ve marjinal bir kesimin değil, merkezin ve devletin partisi olduğu imajını konjonktürün de katkısıyla pekiştiren MHP’nin ve bütün söylenenlerin aksine gerçekte benim başarılı bulduğum ehlileşmiş bir FP’nin merkeze yaklaşmış olmaları; buna mukabil bir zamanlar ekmeğini yediği muhafazakar seçmenini “yarasa” diyerek itip kakmış olan ANAP ile bir merkez sağ partiye hiç yakışmayan protestocu ve kavgacı kimliğini ön plana çıkarmış olan DYP’nin ise yukarıdaki üç parti tarafından merkeze yerleşmeye çalışırken kenara itilmeleri, sanırım bu seçimlerin en önemli sonucu olarak okunmalıdır.
“FP başarısız olmadı”, derken şunu kast ettim: Elbette oyları yüzde 20’lerin üstündeki bir partinin yüzde 15’ler düzeyine inmesi bir başarı sayılamaz. Ancak üzerindeki, “kapatılma” da dahil 28 Şubat’tan bu yana giderek ağırlaşan baskının FP’nin “çekirdek seçmeni”ni kemikleşmeye ittiğini, bu seçimlerde sadece 1995 seçimlerinde aldığı ekstra oyları kaybettiğini ortaya çıkan tablodan görmek zor olmasa gerek. 50’ye yakın milletvekillini kaybetmiş durumda FP. Ne var ki, artık iyice parçalanan ve bölünen merkezdeki ağırlığını muhafaza ettiğini, bundan sonra “gerçek” bir genel başkanın (bu ismin kim olduğunu benden iyi biliyorsunuzdur) yönetiminde ve 312 gibi acemice yalpalamalar sergilemediği takdirde merkezdeki konumunu güçlendireceğini tahmin ediyorum FP’nin.
Ve tabii hemen kimsenin oyunu bu kadar artıracağını tahmin etmediği MHP. MHP’nin başarısını iki olaya bağlıyorum. Birincisi, 1995 seçimlerinde baraja takılarak Meclis dışında kalmaları, bu ağırlığı gençlerden oluşan partinin iyice bilenmesine zemin hazırladı. İkincisi, arada efsanevi genel başkanını kaybeden ve ‘bölünen’ MHP, genellikle gözlerden kaçırılan büyük bir disiplin ve sabırla çalıştı. PKK’nın şehit ettiği binlerce askerin cenazesinde “Allahu Ekber” diye tekbir getiren o kara yağız gençlerin attıkları sessiz adımlar, aslında iktidara doğru yürüyen bir partinin gözlerden gizlenen “büyük yürüyüşü”nün işaretlerini veriyordu.
Acaba Yalım Erez oyununu bozmak için Ecevit’e sarılan Tansu Çiller, kendi elleriyle altın bir tepsi içinde iktidarı Karaoğlan’a sunduğunu bilse yine böyle davranır mıydı? Ecevit’in de şansı! İki kısa ömürlü iktidarında devlet kuşunun (yoksa ak güvercin böyle bir şansın kapısını mı açıyor ona?) iki kere başına konmasına (Kıbrıs ve Apo) indirgenebilir mi mevcut başarısı? Sanmıyorum. T. S. Eliot’tan yaptığı Kokteyl Parti çevirisini ve 12 Eylül’den hemen sonra çıkardığı Arayış dergisindeki muhalif yazılarını zevkle ve heyecanla okuduğum Ecevit’in, partisinde ve hükümetinde istediği kadar yolsuzluklar ve partizanlıklar olsun, şahsen halka güvenilir ve bizden lider imajını verebilmesine de borçlu görünüyor başarısını. Bir de yine kavgacı olmayan, yapıcı ve halkın inançlarıyla didişmeyen, dine saygılı tutumunun da etkili olduğu kanaatindeyim.
Tabii bir zamanlar “protestocu” kimlikleriyle ön plana çıkmış bulunan üç partinin (MHP, FP ve DSP) uzlaşmaya yönelip şimdi merkezdeki üç kavgacı ve uzlaşmaz partiyi (ANAP, DYP ve CHP) diskalifiye ederek merkeze yerleşmelerinin sonuçlarını önümüzdeki günlerde iyice alevlenecek olan siyasi arenada göreceğiz. Siyasi tarihimizdeki bu yeni gelişmenin, Türkiye’de siyasetin ne kadar kaygan bir zeminde cereyan ettiğini göstermesi açısından uzun uzun tahlil edilmeyi gerektiren zengin dersler içerdiğine inanıyorum.