• Home
  • Genel
  • 1421: Çin’in Amerika’yı keşfettiği yıl

1421: Çin’in Amerika’yı keşfettiği yıl

1421: Çin’in Amerika’yı keşfettiği yıl
Yer Bangkok Havaalanı. Masaj salonlarından elektronik eşya satılan marketlere kadar birçok mağazanın önünden hızla kayan gözlerim, ufacık bir kitapçı vitrinine mıhlanıp kalıyor. Bir mıknatısın cazibesine kapılmış demir tozu gibi ilerliyorum kitapçının önüne. O, evet, gelmeden önce defterime koyu bir kalemle kaydettiğim kitap, kırmızı kapağıyla gülümsüyor bana. Elime alıyor, okşuyorum. Bu bir vuslat sahnesi ama mutlu sonu biraz geciken bir vuslat.
Bir sahaf dostum, “Yeni kitabı çıkınca, eski kitabı bulunca alacaksın” demişti ya, o sırada havaalanında her şeyin pahalı satılacağına dair eski bir sabit fikrime kurban verdim kitabı. Hem nasıl olsa birazdan Tayvan’a uçacak ve orada çok daha ucuza alabilecektim. Sevgili yol arkadaşım İbrahim Özdemir de uyardı ve o tarihî sözünü (“Almayıp da pişman olacağına alıp da pişman ol”) söylediği halde parmaklarıma saçlarını dolamaya uğraşan sevgili kitabımı usulca yerine bıraktım. Sen misin bırakan? Meğer kitabın küsmesi yanında, kadınların küsmesi hiç kalırmış. Tayvan’a doğru yola çıktık ama kitap zihnimden çıkmak bilmiyor. Bulutların arasından göz kırpan o, arada bir uyuyup uyandığımda şekerlemelerim arasına bir sis gibi sızan o, hosteslerin tepsilerinde önüme sürekli servis yapılan o. Taipei’ye iner inmez ilk işim kendimi İngilizce kitap satan bir dükkâna atmak ve burada bulunacağına emin olduğum kitabıma kavuşmak, kavuşmak ne kelime, sıkı sıkıya sarılıp bir daha sadakatsizlik yapmayacağıma yemin billah etmek isteği kabarıyor içimde.
Kitapların intikamı pek feci olurmuş meğer. Taipei’de altın yüzlü çocuklar karşılıyor bizi. İbrahim, Yavuz, Atilla… Hoş beşten sonra kendilerine yönelttiğim ilk soru, kanayan yaramla ilgili oluyor tabiatıyla. ‘Abi’ diyorlar, ‘kesin vardır burada. Hem burada öyle büyük İngilizce kitap satan yerler var ki, Avrupa’da, Amerika’da bile benzerleri zor bulunur.’ Bu garantiden sonra geceyi huzurlu geçiriyorum.
Ertesi günü toplantıdan sonra “Page One” adlı bu dev kitapçıya gidince resmen dudağım uçukluyor. Bir mahalleyi andıran bu kitapçı dükkânında yok yok. Çince, Tayvanca, İngilizce, Fransızca, Almanca kitaplar ayrı ayrı sokaklarda oturuyorlar. Cepheden huruç harekâtına girişmeden önce görevliye soruyorum, ‘Gavin Menzies’in “1421: The Year China Discovered the World” (1421: Çin’in Dünyayı Keşfettiği Yıl) adlı kitabı var mı?’ Bulunacağından o kadar eminiz ki, görevlinin yüzümüze tuhaf bir ifadeyle baktığını bile neden sonra fark ediyoruz. Görevli, biraz şaşkınlıktan olacak, çekik gözlerini iyice büzen bir tebessümle söylediği, ‘Çok ilginç, bu kitabın son kalan nüshasını iki saat önce bir beyefendi gelip satın aldı’ sözleri takırtıyla düşüyor aramıza. Hepimiz olanca hayret nidalarımızı fora ettikten sonra iyice merak ediyoruz. Bizden iki saat önce gelip de Bangkok’ta geri bıraktığım kitabı alan bu meçhul şahıs kimdi?
İş inada biniyor ama olsun, azmin elinden ne kurtulmuş!
Yavuz Bey, ‘Merak etmeyin’ diyor, ‘ondan da büyük bir kitabevi var Taipei’de, hem de 24 saat açık.’ 24 saat açık? Eczane mi bu? Gülümsüyorlar hayretimize. Ertesi akşam da adı “Esslitt” olan bu kitabevi zincirinin en büyük halkasına gidiyoruz. Saat, gecenin 10’u. Hafta içi ve iğne atsanız yere düşmüyor. Özellikle kitap alacak parası olmayan öğrenciler, yayılmışlar zemine ve saatlerce okuyorlar oturdukları yerde. Bir Allah’ın kulu da kalkıp ‘Yahu kardeşim, eskittin şu kitabı, bırak artık’ demiyor.
Derken Yavuz Bey yüzü aydınlanmış bir vaziyette geliyor yanımıza; kitabı bulmuş. Ama ufak bir ironinin gizlendiğini anlıyoruz bu gülümsemenin ardına. Meğer bulduğu, kitabın Çince çevirisiymiş! İngilizcesini sorduğumuz görevlinin cevabı yine aynı oluyor: ‘Üzgünüz. Bugün öğleden sonra bir müşteri gelip son nüshayı satın almış.’ ‘Peki, deponuzda filan yok mudur?’ diye soruyoruz hırsla. Bilgisayar tuşundan kalkan baş, kitabın en erken 2 ayda gelebileceğini söylüyor. Biz kitapçıdan ayrılırken saat gecenin 11’iydi ve içerisi sessiz bir kalabalığın bir ayindeymişçesine kitaplar üzerindeki soluksuz gezisi devam ediyordu.
Nasıl olur? Her iki kitapçıda son nüsha kalacak ve biz gitmeden birkaç saat önce her ikisi de satılacak. Havsalamız almıyordu ama kitap benden intikam almaya devam ediyordu. Bu arada arkadaşların aklına fakiri teselli edecek bir fikir geliyor. ‘Buralarda bir Çinli tarihçi var, bu işleri gayet iyi bilir. Bari sizi Peng Bey’le tanıştıralım da, o size kitap hakkında bilgi versin’ diyorlar. Çaresiz, razı oluyorum bu amortiye.
Peng Kuang-Kai, güleryüzlü, yardımsever, bilgi dolu bir Çinli uzman. Tayvan’da oturuyormuş. Hasbihalden sonra giriyoruz malum konuya. Bu olayın aslında Çinli tarihçiler tarafından evvel eski bilindiğini söylüyor bize Peng. Yani bütün dünya, Amerika’yı Kristof Kolomb’un keşfettiğini papağan gibi tekrarlarken, Çinli tarihçiler dünyaya kıs kıs gülüyor ama cehaletlerini yüzlerine vurmuyorlarmış. ‘Varsın öyle bilsinler. Hakikat nasılsa bir gün ortaya dökülür’ diyorlarmış. Derken, Gavin Menzies adlı Çin doğumlu ama İngiliz Bahriyesi’nden emekli bir araştırmacı çıkıp da kitabı 2 yıl önce İngilizce yayınlayınca, Avrupa ve Amerika’daki uzmanlarda şafak atmış. Kolomb’dan hem de 70 yıl önce Çin Deniz Kuvvetleri Komutanı Zheng Ho (kendisinin Müslüman olması ise ayrı bir ilginçlik katıyor hikâyeye), yaptırdığı yüzlerce gemilik bir filoya ‘İleri!’ emrini vermiş: “Ufkun ardındaki ve yeryüzünün sonundaki ülkelerin hepsi size tabi oluncaya, ne kadar uzak olurlarsa olsunlar batıdaki ülkelerin en batısına, kuzeydeki ülkelerin en kuzeyine kadar gidin.’
Peng’in verdiği bilgiler bir parça da olsa rahatlatıyor beni. Doğru iz üzerinde olduğumu görüp şükrediyorum. Üstelik de gelecek yıl Çin’de Zeng Ho üzerine yapılacak bir uluslararası toplantıya davet ediliyorum Peng tarafından. Nihayet Bangkok havaalanında heyecanlı bir kovalamacadan sonra küstürdüğüm kitabımın göz kırptığını görüyorum. Alıp okşuyorum saçlarını uçakta. Bayram sabahı Yeşilköy Havaalanı’na indiğimizde kitabın konusunun mu yoksa onu kaybedip sonra buluşumun öyküsünün mü daha ilginç olduğuna karar veremiyorum. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Bir hafta daha bekleyip bunca kovalamacadan sonra sizin için yapacağım değerlendirmeyi merak etme sırası sizde sevgili okur.
Görüyorsunuz, yazı dediğiniz şey öyle kolay yazılmıyor…

Bir yanıt yazın