İzmir’i kim yaktı?

İzmir’i kim yaktı?
Bu yazıyı İzmir, Çeşme’den yazıyorum. Hani şu 1770 yılında Rus filosunun donanmamızı imha ettiği körfezden esen imbat ciğerlerime doluyor, uzatmaları oynayan tatilime kavisler çizdiriyor. Neden buradayım? Yani takvim yapraklarına göre 15 Eylül’de fakiri buraya çeken şey neydi? Ben de bilmiyorum tam olarak. Rus Çarlığı için Akdeniz’e girişin sembolü olan Petersburg’daki Çeşme anıtı çevresinde geçen keşifli günlerime bir nazire mi? Onu da bilmiyorum.
Bildiğim bir şey varsa, bu günün ve bu yerin beni çağırdığı. Önümdeki not, olan biteni açıklıyor: Son Yunan askeri Çeşme’den ayrıldığı sırada takvimler 16 Eylül’ü gösteriyordu. 1922 yılının 16 Eylül’ü hangi güne denk geliyormuş diye bakıyorum, elimdeki ajanda cumartesi diyor. 2006 yılının 16 Eylül’ü de cumartesi değil mi? Yani siz bu yazıyı okurken ‘dün’ olan gün.
Çeşme kumlarına peş peşe vuran köpüklü dalgalar beni alıp ta 84 yıl öncesine götürüyor. Uzun zamandır yazmayı planladığım İzmir yangını yazısı, bu son Yunan askerinin çekildiği kıyılara ve tam da onların çekildiği güne nasipmiş demek. Tarihle bu kadar iç içe yaşayınca sürprizlere de hazırlıklı olmak gerekiyor.
İzmir yangını meselesi bundan 12 yıl önce Washington’a kadar uzanmış, Temsilciler Meclisi’nde Rum yanlısı 3 üye, “İzmir soykırımı”nı imzaya açmışlardı. Fark etmişsinizdir muhakkak, geçenlerde AB’den gelen “Pontus şartı” aynı noktaya göz kırpıyordu. Amaç, İzmir yangını üzerinden, Etyen Mahçupyan’ın deyişiyle Türkiye’nin “burnuna yeni bir halka” geçirmek (Zaman, 11 Haziran 2006). Ancak ben Mahçupyan’ın bu yazısının biraz aceleye getirilmiş olduğunu söyleyeceğim. Çünkü bu halkayı burnumuza takacak kadar yetenekli olmadığımızı(!) düşünüyorum. Malum, halka, ayıların burnuna sahipleri tarafından takılır, kendileri tarafından değil!
Şöyle diyor yazısının son paragrafında Mahçupyan:
“Türkiye bugün bile hâlâ tarihi, tarihçilere bırakma cesaretine sahip değil. Sadece Ermeni meselesinde değil, bütün yakın tarih açısından devletin koyduğu resmi anlayışı kıskançlıkla koruyan bir anlayışımız var. Nihayet samimiyetin bizzat tarihsel olgular karşısında da gösterilmesi lazım…”
Buraya kadar anlaşamayacağımız bir durum yok. Ancak paragrafın bundan sonrası, aniden ve ciddi bir şekilde irtifa kaybediyor. Mahçupyan’ın İzmir yangınıyla ilgili söyledikleri ise şunlar:
“Örneğin İzmir’i yakanların Yunanlılar olmadığını, yangının onlar gittikten 4 gün sonra başladığını ve nedense sadece Rum ve Ermeni mahallelerini yaktığını söylemek gerekiyor. Çünkü bunları bütün dünya biliyor ve herkesin bildiğini inkar ederken, başkalarından ‘doğru’ davranış beklemenin hiçbir inandırıcılığı olmuyor. O zaman da kendi elimizle kendi burnumuza malum halkayı takıyor, ipini de herkesin kullanımı için ortalığa sunmuş oluyoruz.”
Şimdi Mahçupyan’ın iddialarını teker teker çözmeye çalışalım.
1) İzmir’i yakanlar Yunanlılar değil, Türklerdir. Çünkü yangın, Yunanlıların gidişinden 4 gün sonra başlamıştır.
2) Nedense sadece Rum ve Ermeni mahalleleri yanmıştır, bu da yangını Türklerin çıkardığını kanıtlar.
3) Bunları (nasıl oluyorsa) “bütün dünya” biliyor, biz de herkesin bildiği bu apaçık gerçeği inkâr ediyoruz.
4) Böylece de burnumuza halkayı kendi elimizle takıyor ve ipin ucunu da kullanmaları için ortalık yere bırakıyoruz.
Sırayla ele alalım:
1) İzmir’i yakanların Yunanlılar olmadığı, en azından 1980’lerden beri biliniyor. Bunu iddia edenler kimlerse, okul kitaplarından öteye geçememiş kıt bilgisiyle caka satanlardır. Dolayısıyla ciddiye alınmaları gereksizdir. Türkler mi yakmıştır? Bunu da, bizim inkâr etmemize gerek yok. Gerek zamanın İzmir İtfaiye Müdürü Paul Grescovich’in raporu, gerekse o sırada İzmir’de bulunan Amerikan Yardım Heyeti’nden Mark O. Prentiss’in Amiral Bristol’e yazdığı rapor bu iddiayı yeterince “inkâr” ediyor zaten. Aksine, İzmir yangını konusunda ilk ve temel kitabı kaleme alan Housepian, sözde bilimsel kitabında (“Smyrna 1922”), Grescovich’in tanıklığını zikretme lutfunda bile bulunmayarak kanıtları nasıl seçici bir şekilde kullandığını göstermiş değil midir? Geriye Mahçupyan’ın zikretmediği üçüncü şık kalıyor: Ermeniler çıkarmış olamazlar mı yangını? Nitekim İtfaiye Müdürü ile Prentiss’in söyledikleri bu yönde kanıtların bulunduğunu gösteriyor. Peki Mahçupyan bu ihtimal konusunda neden sessiz kalıyor dersiniz? Yoksa çok itham ettiği “milliyetçi” tarih yazımı hastalığına karşı aşılanmayı unutmuş olabilir mi?
2) Zaferinden elde edeceği nimetleri kendi elleriyle yakan muzaffer bir ordu hangi mantığa oturuyor, ben çözemedim. Yakmaktansa yağmalamak daha fazla işine gelmez miydi Türklerin? Hem de o zamana kadar sahip olmadıkları bir sürü ilaç, para, mülk vs. gibi kaynaklara daha zahmetsiz bir şekilde ulaşmak varken. Yangın başladıktan sonra rüzgârın imbattan lodosa dönmesidir sadece Hıristiyan mahallelerinin yanmasının sebebi.
3) “Bütün dünya”nın bildiği iddiası çok su götürür. Zira Bernard Lewis yangından tek kelime ile olsun bahsetmez, 1931-1934 yıllarında İzmir’de öğretmenlik yapan Donald Webster Ermenileri suçlar, Yunanlı tarihçi Lord Kinross Ermenilerin çeşitli yerlerde yangın çıkarttıklarını kabul eder. Tarihçi Orhan Koloğlu’na göre 19 Eylül tarihli “New York Times” gazetesi bile, Paris’ten aldığı şu habere sayfalarında yer vermeyi gerekli görmüştü: “Fransız kaynakları, Türkleri İzmir’i yakmakla suçlayan bütün haberlerin, Atina üzerinden Londra’ya gelip yayıldığını ortaya koydular.” Yani 1922’nin propaganda savaşının atmosferinden çıkmakta hepimiz için fayda var. Herkesçe kabul edilmiş tek bir görüş olmadığı biliniyor; hele tarih gibi kırılganlığın arttığı bir alanda “Bütün dünya biliyor” gibi bir iddia ne kadar geçerli olabilir ki? Velhasıl, “inkârlar” karşılıklıdır; tıpkı iddialar gibi.
4) Bir kere halkanın bilimsel değil, siyasî, yani güçle ilgili bir mesele olduğunu kabul edelim. Kimse Fransızları, Napolyon’un Mısır’da tam 4 bin Müslüman esiri sırf manevralarında ayak bağı oluyor diye katlettirdiği için suçluyor mu? Bunun için burunlarına halka takmayı düşünüyor mu?
Son Yunan askerinin 84 yıl önce ayrılmasına saatler kala Çeşme’den yazılan bu yazı burada bitmiyor tabiatıyla. Söylenecek daha çok şey var. Sürpriz tanıklar… Bekleyin…

17 Eylül 2006, Pazar

Bir yanıt yazın