Yeter artık!

Yeter artık!
Geçen yıl TÜYAP Kitap Fuarı’nda kitap imzalıyorum. Standa yaklaşan delikanlı kendisini tanıtıyor ve ardından “Hocam, yeter artık!” diye feryat etmeye başlıyor. Ben de sizin gibi şaşırıyorum, “Bir okuyucuma ne gibi bir kötülüğüm dokunmuş olabilir?” diye düşünürken, o zamirindekini dillendiriyor: “Yazılarınızda o kadar çok kitap ismi geçiyor ki, onları temin etmeye çalışırken helak oluyoruz. İsmini zikrettiğiniz bütün kitapları not ediyor, liste haline getiriyor ve başlıyoruz aramaya. Ne var ki, bulsak bile maddi imkanlarımız hepsini almaya müsaade etmiyor ve listemizdeki kitaplardan yararlanamadığımız için kendimizi yiyip bitiriyoruz. Onun için yeter artık, kitap tanıtmayın!”

Tam olarak bunları mı söylemişti yoksa bir kısmını ben mi hafızamın “yolları çatallanan bahçesi”nde gübreleyip üretmiştim? Bilemiyorum. Lakin bu sözler üzerine bir düşüncedir aldı beni. Elbette yer yer yazdıklarımın mehazını belirtmek için kaynak gösterdiğim, hatta belki bir meraklısı çıkar da okur, araştırır diye kast-ı mahsusla künyesini verdiğim kitaplar oluyor. Tabii ki bizzat tavsiye ettiğim kitaplar da söz konusu. Artık söylemek zorundayım ki sadece sonuncu gruptakileri acizane tavsiye ediyorum. Diğerlerini okumayın demiyorum; ama onlar başka mecburiyetler tahtında yazının yüzeyine vurmuş kitaplardır. Anlayacağınız, yazılarımda geçen bütün kitapları tavsiye ediyor değilim.

Okuyucumun son derece haklı olduğu bir nokta da kitapların temini meselesi. Gerçi tavsiye ettiklerimin altına genellikle yayınevlerinin adres ve telefon numaralarını dercediyorum; ama bunun da bir çözüm olmadığını biliyorum. Zira telefon ücreti artı kitabın fiyatı artı posta ücreti bayağı bir yekun tutuyor ve kitap ateş pahasına geliyor. Bu kadar uğraşmayıp da kitapçınızdan temin etmeye kalksanız, o da ayrı bir dert. Kitapçının rafında yoksa İstanbul’a sipariş verecek, haftalar sonra geldiğinde ise belki de iştahınız kaçmış olacaktır. Ne yapalım ki Türkiye’de kültür bu vaziyette; yazar taifesinin hiç değilse insanların kulaklarına küpe olsun diyerek kitap tanıtmaktan başka seçeneği de maalesef yok.

Meraklı bakışlar karşısında en zorlandığım soru şu oluyor: “Bu kadar kitabı nasıl temin edip okumaya nasıl zaman ayırabiliyorsunuz?” Zaman ayırma meselesi izafidir ve insan istediği takdirde hakikaten zamanını çoğaltabilir. Fakat kitap temin etme meselesi doğrusunu isterseniz epeyce çetrefillidir. Kabaca izah etmeye çalışayım: Efendim, haftanın belirli günlerinde kitapçılara uğrar, neler çıkmış diye kontrol eder, acilen okumam gereken kitaplar varsa hemen satın alırım. Bazen yolumu sahaflara düşürüp zamanında almaya kadir olamadığım kitaplara ulaşmaya gayret ederim. Maalesef çalıştığım için kütüphanelere fazla zaman ayıramıyorum, ne mutlu ki bu durumda da imdadıma kütüphaneci dostlarım yetişiyor ve istediğim kitapların fotokopilerini onlar sayesinde temin edebiliyorum. Eh, yayın dünyasında epeyce dostum olduğu için yeni çıkan kitaplardan protokol gereği gönderenler oluyor. Zaman’a uğradığımda postadan muhakkak bazı kitaplar çıkıyor. Bütün bunlara ulaşamayıp yayınevlerinden bizzat istediklerimi de ilave ederseniz benimle yarışamayacağınız, her adını yazdığım kitabı temin edemeyeceğiniz ayan beyan ortaya çıkar zannediyorum.

Madem söz kitaptan açıldı, biraz da okuyamadığım veya başka sebeplerle bahsedemediğim kitaplar da olduğunu zikretmeliyim. İster istemez belli bir istikamette okumak durumundasınız, aksi halde verimli olamazsınız. Her gönderilen veya günün birinde okurum diye aldığınız kitabı peş peşe okumaya kalksanız zihniniz aşure kazanına döner. Bu sebeple belli bir sıraya ve ilgi alanınızın yönlendirmelerine göre ilerlemek durumundasınız. Demek istediğim, bazen gönderilen kitapların tanıtımı gecikince yazarlar ve yayıncılar muğber oluyor, küsebiliyor ki buna hiç gerek yok. Günün birinde ya bizzat ya da yazılarıma yansımış bir halde karşılarına çıkacaktır gönderdikleri kitaplar; merak etmesinler!

“Yeter artık!” deseniz de yine bir mıknatıs gibi çekecektir kitapları Kültür Atlası; çaresiz.

Türk Yurdu yeniden doğuyor

Otobüste, adıma yollanmış paketi açarken sevincimden az daha çığlık atacaktım: Yine bir serdengeçti çıkmış ve bir delilik (!) yapmıştı. İşte elimde kütüphaneye gidip ciltlerini okşamayı, sayfalarında kaybolmayı çok arzuladığım dergilerden birisinin yeni harflerle yapılmış tıpkıbasımı: Türk Yurdu. 1911-12 yıllarında çıkmış sayılarını ihtiva eden bu ilk cilt bile Cumhuriyet’ten önceki fikri yoğunlaşmanın seviyesini gözler önüne sermeye kafi. Tutibay Yayınları, Murat Şefkatli ve Arslan Tekin yönetiminde bir ekip tarafından hazırlanan Türk milliyetçiliğinin hayat kaynaklarından Türk Yurdu dergisinin tamamını 14 cilt halinde -bu neredeyse bir kütüphane demektir- irfanımıza yeniden kazandıracak imiş. Elimizdeki ilk cildin hazırlanışındaki ciddiyet ve baskısındaki nefaset göz önünde bulundurulursa, müteakip ciltlerin de tamamlanmasıyla kütüphanelerimizin büyük bir boşluğu layıkı veçhile doldurulmuş olacaktır. Hatta bugün çokça tartıştığımız birçok konunun bizden önce çok daha seviyeli bir şekilde tartışıldığını da görme fırsatını bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Emeği geçen herkese “sa’yiniz meşkur olsun” diyorum.

İsteme adresi: Şehit Adem

Yavuz Sk. No: 3/7 Kızılay/Ankara, Telefax: 0312 419 45 06-07

Bir yanıt yazın