“Duran saat bile günde iki defa vakti doğru gösterir” derler. Cumhuriyet devrinde neşredilen bazı hatıratlarda bu ‘duran doğrulara’ rastlamak için yüzlerce sayfayı keçiboynuzu gibi gevelemeniz gerek. Bir hatıratın kuytu bir köşesine saklanmış, “Bulamaz ki! Bulamaz ki!” diyen o saklı sözü sobelemek her babayiğidin harcı değildir lakin. Ömür törpüsü bir işle meşgulsünüzdür.
Hatıratların çoğu yazılmamış, yazılanlara da Tek Parti devrinde el konulup yok edilmiştir. Anca 1950’den sonra basılma şansı bulanlar da kanuna bulaşmaktansa çalıyı dolaşmak için sansürlenerek günyüzüne çıkarılabilmiştir. Eh bu kadar dikenli telden atladıktan sonra geriye kalana razı olmaktan gayri yapılacak şey kalmamış gibidir.
Yine de ümidi kesmek doğru olmaz. Bazen bir yiğit çıkıp her şeyi göze alarak sansürlenmiş belge veya hatıratları olduğu gibi neşre cesaret edebiliyor. Düşünün. Olduğu gibi yayınlamak suç ama belgeyi makaslayıp sansürlemek alkışlanıyor. Hâlbuki tam tersinin normal olması gerekmez miydi?
İşte Trabzon’un Milli Mücadele’ye ilk katılan evlatlarından olan ve siyasî hayatında milletvekilliği haricinde CHP Genel İdare Kurulu üyeliği, CHP Genel Sekreterliği, CHP hükümetlerinde Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı, CHP Grup Başkan Vekilliği gibi üst düzey görevlerde bulunmuş olan Faik Ahmet Barutçu’nun hatıratı böyle bir sansür işleminden sonra aslî şekliyle yayınlanma imkânı bulabilmiş şanslı eserlerden.
Barutçu’nun “Basında Güven” mottosuyla çıkan Milliyet gazetesinin yayınevinde 1977 yılında tek cilt halinde Siyasî Anılar adıyla neşredilen kuşa çevrilmiş hatıratından bir paragrafı okuyacağız. Ardından 2001 yılında 21. Yüzyıl Yayınları’nda çıkan tam metin Siyasî Hatıralar’ından aynı paragrafın sansürsüz halini okuyacağız. Biraz yoracağım ama inanın buna değecek.
Sansürlenen hatıratta yazanlar
1977 neşrindeki paragraf şudur:
“Bizde Ulusal Savaşımız’daki zaferden sonra gelen gülüp eğlenme dönemi, ulusal savunmamızın tam olarak savsakladığımız bir dönemidir. Asker bir arkadaş anlatıyordu: Öyle zamanlar olmuştur ki, Milli Savunma için ödeneğin kabul edilmesi iznini almak, ancak Ankara’nın imarı için bol ödenek verilebilmesi ile gerçekleşebiliyordu. Bu dönemde Milli Savunma bakımından ne yapıldığı sorulursa, ne gösterirler bilmiyorum?” (s. 111)
Alıntıda geçen bahis de pek önemli ama biz şimdilik ona takılmayıp 2001 neşrinden sansürlenmemiş halini sunalım dikkat nazarlarınıza:
“Bizde de zaferden sonra Atatürk’ün açtığı zevki sefa devri milli müdafaanın tam manasıyla bir ihmali devridir. Asker bir arkadaş anlatıyordu. Öyle zamanlar olmuştur ki Atatürk’ten milli müdafaa için tahsisat kabulü müsaadesini almak Ankara’nın imarı için bol tahsisat verilmesi sayesinde mümkün olabiliyordu. 15 senelik sefahet ve zevki sefa devrinde bereket versin İsmet İnönü’nün şahsi siyasetiyle bir şimendiferler yapılmıştır. Milleti 670 küsur milyon (lira) bir borca garkeden bir devrin Milli Müdafaa bakımından ne yaptığı sorulursa ne gösterirler bilmiyorum.” (cilt 1, s. 365)
Fark ettiğiniz üzere vurguladığımız “15 senelik zevki sefahet devri” ibaresi üstteki metinden uçurulmuştur.
Bununla da kalmamış sansürün “altın makası”(!), bu paragrafın sonunda metni 2 sayfa kadar atlayarak bu kritik dönem hakkında Barutçu’nun yazdıklarını gözlerden gizlemek istemiştir.
İşte o sansürlenen kısımdan bir paragraf daha. Okuduktan sonra Milliyet Yayınları’nın burayı neden çıkardığına dair hükmü kendiniz verin:
“Cevdet Kerim (İncedayı) gibi zevk ve sefa devrinin tanınmış adamlarını ne diye gönderirler onu hiç anlamam. Bunlar hem de partinin Umumi İdare Heyeti azasındandırlar (GYK üyesi). Bir yeniliğe ihtiyaç vardır. Eski devrin (bu satırları 23 Haziran 1940’ta yazdığına göre Atatürk devrini kastettiği açıktır-MA) sefahat ve rezaletleriyle bulaşmış olanları memleket işlerine vazife almaktan uzaklaştırmak lazımdır.”
Sansürlenenler zehir zemberek sözler değil mi?
Demek Türkiye’de 15 yıllık bir sevk u sefa devri yaşanmış ve bu devirde Milli Savunmaya kaynak aktarılmamış. (Hatta bir gün grup toplantısında “Milli Müdafaada yangın var” diye bağıran Naci Paşa’ya Savunma Bakanı kendi zamanında verilen siparişleri anlatmış. Barutçu’nun yorumu şu olmuş: “Demek ondan evvel bir şey yoktu!” Bakanın verdiği siparişler de harp başlayınca maalesef elimize geçmemiş.)
Kapalı kapılar arkasında
Barutçu’nun hatıratı yalnız sansürlenmiş olması bakımından değil, başka birçok açıdan önemi tartışılmayacak bir belge. Mustafa Kemal ve İsmet paşaların en yakınında ve CHP makamlarının en üstlerinde bulunmuş olan bu Trabzonlu bakanın yaşadıklarını günü gününe defterine aktarması paha biçilmez bir değerdedir.
Ne yazık ki 23 yıldır yeniden basılmayan ve sahaflara düşen hatırattan Rauf Orbay’ın İstiklal Mahkemesinden aldığı mahkûmiyetin 1939 yılında bizzat CHP divanının kararını içeren beyanname ile kaldırıldığını, beyannamenin devrin Başbakanı ve CHP Genel Başkanı Refik Saydam’ın imzasıyla yayınlandığını okuyoruz ama yazarın şu kaydı daha mühimdir:
“İstiklal Mahkemesi’nin mahkûmiyet kararlarının kanuni delillerden mahrumiyet vasfını veren bu hükümle yalnız Rauf Bey beraat ettirilmiyordu. Böyle bir hükme raptedilen kanaati, İstiklal Mahkemesi’nin kararlarına karşı bir darbe telakki ederek tenkit edenler vardı.” (c. 1, s. 268)
Meğer CHP İstiklal Mahkemesi kararlarına darbe indirmiş de haberimiz yokmuş!
Yeni ABD mandası mı?
Yayın danışmanları arasında Prof. Dr. Ali Birinci dostumuzun da bulunduğu bu dikkate değer hatırattan can alıcı bir iktibasla yazımıza son verelim:
“17 Nisan 1947- İnönü yemekten sonra salonun kapılarını kapattırarak Amerika’daki sefirimizden zata hususi kaydıyla gelen şifreli telgrafın mahlulünü (içeriğini) bize okudu. (…) ABD bize 100 milyon dolar verecektir. Bu sırf askeri malzeme ve hava meydanları inşaatı bedeli olacaktır. Ve bağışlamadır. Kontrol diye hakimiyet haklarına dokunan bir şey olmayacaktır. İnşaatı ABD şirketleri yapacaklardır. (…) Sağlanan muvaffakiyet büyüktür. MİLLETİMİZE YÜZ ELLİ SENELİK BİR İSTİKBAL GARANTİ EDİLİYOR. İSTİKBALDEKİ BÜYÜK TÜRKİYE’NİN TEMELİNİ ATIYORUZ.” ( c. 2, s. 799-800)
Yaşasın! ABD hükümeti Türkiye’nin 150 yıllık geleceğini garanti ediyormuş. Büyük Türkiye’nin temelini ABD parasıyla atıyormuşuz.
Amerika, CHP eliyle 150 yılımıza ipotek koyuyor, CHP’liler de anti-Amerikanizm oyunu oynamaya devam ediyor.
Ah hatıratların dili bir çözülse…