Kâğıda adanmış bir ömür
Bütün olumsuzluklara rağmen sevindirici bir gelişme de yaşanıyor: Türkiye’nin yakın tarihinde üretim ve hizmet düşmanlığına maruz kalan sembol isimleri son senelerde tanımaya başladık. Nuri Demirağ, Şakir Zümre, Nuri Killigil ve Vecihi Hürkuş isimleri yapılan yayınlarla iyi kötü ortak hafızaya taşınmış durumda. Lakin daha yapılacak yığınla iş var, zira pek çok unutulmuş, daha doğrusu unutturulmuş ve hafızalardan silinmiş kahramanımız var kurtarılma sırasını bekleyen. Tarih enkazı karşısında arama-kurtarma ekibine ziyadesiyle iş düşüyor anlayacağınız.
“Tarihiniz itinayla temizlenir” sözü Prof. Dr. Cemil Koçak’ın literatüre kazandırdığı isabetli vecizelerden biriydi. Romancı Kemal Tahir de bir eserinde “Bizim tarihimiz çalınmış bir tarihtir” demişti. İçimden ‘Maharetle çalınmış ve yerine sahtesi bırakılmış bir tarih’, diye tamamlamak geliyor. Jack Goody sağ olsaydı “tarih hırsızlığı” derdi.
Kâğıt sanayiimizin kurulması uğruna on yıllar boyu alın teri döken ve bu işlerle uğraşmaması için kendisine yöneltilen her türlü cazip teklifi bir an dahi düşünmeksizin elinin tersiyle geri çeviren Mehmet Ali Kâğıtçı’nın kahramanlık hikâyesi de en az yukarıda isimlerini saydığımız muhteşem dörtlününkü kadar hicran vericidir.
Mehmet Ali Kâğıtçı’yı sağlığında Heybeliada’da “gecekondumsu bir evde” bularak kendisiyle röportaj yapan TRT sunucu ve yapımcılarından Nazmi Kal onu vaktiyle şöyle tanıtmış bize:
Kâğıt uğruna bir ömür
1899 yılında Heybeliada’da doğmuş (ölümü 1982). 1933’ten itibaren adı İstanbul Üniversitesi’ne çevrilen İstanbul Darülfünunu Kimya Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra 1923 yılında öğretim üyesi (asistan) olarak sınıflarda görürüz onu. Ayrıca Heybeliada Bahriye Mektebi’nde kimya öğretmenliği yaparken yaz tatillerini ülkemizi karış karış gezerek değerlendirdiğini ve ülkemizde ne tür bir sanayi kurulmasının uygun olduğunu araştırdığını görüyoruz. Sonunda kâğıt sanayiinin kurulmasının en acil ve gerekli ihtiyaç olduğuna karar vererek kâğıtçılığı meslek olarak seçecekti.
Lakin Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ülkede bir tane dahi kâğıt fabrikası bulunmuyordu. Gerçi İstanbul’da vaktiyle bir semte adını veren Kâğıthane, yani kâğıt fabrikası kurulmuştu Fatih Sultan Mehmed Han tarafından ama ne yazık ki uzun ömürlü olmamıştı. Ardından Bursa’da Alacahırka semtindeki Cilimboz deresi kenarında, Yalova’da Elmalık köyünde, Boğaziçi’nde Hünkâr İskelesi’nde, nihayet Beykoz’da Sultan II. Abdülhamid tarafından irili ufaklı kâğıt fabrikaları kurulmuştu ama ne yazık ki bunların da ömürleri pek uzun olmamıştı. (Sonuncusunun İttihat ve Terakki devrinde, 1915 yılında Almanlar tarafından tahrip edilerek ortadan kaldırıldığını biliyoruz.)
Mehmet Ali Bey üniversitedeki kimya asistanlığını bırakarak işçi olarak Almanya’ya gidip selülöz ve kâğıt fabrikalarında çalıştı. İşin pratiğini bir iyi belledikten sonra ilmî tarafını da Hannover Teknik Üniversitesi’nde ikmal etti. Ardından Fransa’ya geçti. Orada da aynı branşta fabrikalarda tulumunu giyinip işçilik yaptı. Nihayet Grenoble Üniversitesi Kâğıt Mühendisliği Yüksek Okulu’ndan sınıf birincisi olarak mezun olduğunda önünde uzun ve maceralı bir hayat onu bekliyordu.
Başarılı bir öğrenciydi. Nitekim ilk iş teklifi burada yapıldı kendisine. Cazip imkânlarla Fransa’da kalması teklifini elinin tersiyle itip kâğıt sanayimizi kurmak üzere kararlı adımlarla Türkiye’ye dönecekti genç kimyager.
İdealistti, çalışkandı, müteşebbisti, en mühimi de ufku ve penceresi sonuna kadar açıktı. Her şeyden önce de başarmak istediği sanayiin hem teorisini, hem de pratiğini layık olduğu vechile öğrenmişti. Aynı zamanda kâğıtçılık sahasında ülkemizde ehliyetli yegâne isimdi.
Normal şartlarda bu ateşîn ve ehil girişimcinin el üstünde tutulacağını sanıyorsunuz ama fena halde yanılıyorsunuz. İş yapmak isteyenin cezalandırıldığı bir sistem caridir burada. Hiçbir şey yapmazsanız sizden iyisi yoktur. İtiraf etmediğimiz acı realite budur. Bu gerçeği idrak etmek için hiç olmazsa Refik Halit Karay’ın “Şeftali Bahçeleri” adlı hikâyesini ezberlememiz şarttır.
İstanbul’da bodoslamasına dalar salonlara, gazetelere, matbaalara… Birbiri ardından konferanslar vererek[1], yazılar döktürerek, kitaplar neşrederek kağıdın “medeniyet” demek olduğu, bir ülkede medeniyetin alt yapısının ancak kâğıtla döşenebildiği gerçeğini dalga dalga insanımıza anlatmanın derdine düşmüştür. Hatta salonlarda dinleyicilere bizzat elleriyle imal etmek suretiyle kağıdın nasıl yapıldığını dahi göstermiştir. Kâğıtçılığı sevdirmektir muradı. Zor bir iş olmadığını göstermektir. Cesaret vermek, teşvik etmektir.
Ve bu görev behemahal ba-şa-rıl-ma-lı-dır!
Nokta.
Devamı bir sonraki yazımda olacak…
Kaynaklar;
[1] Mesela: “Dün akşam Türk Ocağında kâğıt mühendisi Mehmet Ali Bey, kâğıtçılık hakkında sözler söyledi. Bu arada ‘bizde pekâlâ bir kâğıt fabrikası açılabilir’, dedi.” Milliyet, 7 Aralık 1929.
08.03.2023, muzakerat.com