• Home
  • Genel
  • Urfa’da Kandinski hayranı bir berber!

Urfa’da Kandinski hayranı bir berber!

Urfa’da Kandinski hayranı bir berber!

Artık sağır sultan bile duydu, geçen hafta sonu memleketim olan Urfa’daydım. Hz. İbrahim Sempozyumu vesilesiyle gittiğim Urfa’da -en son ne zaman gittiğimi söylemeye hiç niyetim yok, zira A. Turan Alkan’a söylemek gafletine düştüm de, üç gün boyunca Urfalı olduğumu ispatlamak için neler çektiğimi bir ben bilirim, bir de Beşir Ayvazoğlu!- Stadın karşısındaki bir berbere uğradım sakal tıraşı olmak için.

Bir ara gözüm karşımdaki aynada bir görüntüye takıldı. Bu, bu… Fesuphanallah, olacak şey değil. Hayır, yalnız Urfa’da değil, Türkiye’nin değme berberlerinde bile rastlamak mucize gibi bir şey ona.

Arkamdaki duvara şöyle iyice bir dönüp baktım, evet oydu; vecehetli bir Kandinski tablosu, altında imzasıyla berber dükkanının kolonya kokularını emiyordu. Bu kübik şekiller, bu insan aklıyla dalga geçen manzara, bu abesi sırtlamış zekanın ısırıkları, bir “beyaz adam” gururuyla girdiğim dükkanda omuzlarımı çökertmeye yetti.

Usulca tablonun nasıl olup da buraya geldiğini soracak oldum elindeki usturayla sakalımı tersten almaya çalışan berbere. Gayet umursamaz bir tavırla, dükkanın açılışında bir arkadaşının hediye getirdiğini söylemesin mi? Hem de dükkanın açılışında bir hemşerim, çiçek, çelenk göndermeyip bir Kandinski ile yolunu tutmuş berberin, öyle mi? “Doğru diyorsun abi” diyor berber, Urfa şivesiyle. “Peki” diyorum, “kim olduğunu biliyor musun ressamın?” İşte bu soruyu garanti bilemez. Fakat o da ne? Genç berber hemşerim, “Çok büyük bir ressammış” demesin mi?

Bu uçuk kaçık resimlere, İstanbul’un göbeğinde, Dali’nin sergisinde gördüğümüz gibi, saldırıldığını hatırladım birden ve iyice emin olmak için hemşerimin sabrının sınırlarını biraz daha zorlamayı denedim.

Urfalılar sabırlı insanlardır, hele ki bir “yabancı”ya karşı!

Tabloyu nasıl bulduğunu sordum. “Abi”, dedi, “ben çok beğeniyorum bu tabloyu, hele renkleri bir harika!”

Artık büyü bozulmuş ve ben İstanbul berberlerindeki yılışık artist resimlerini görmekten gına getirmiş bir Urfalı olarak memleketimdeki her sürprize karşı hazırlıklı olmaktan başka çarem kalmadığımı düşüne düşüne sempozyumun yapıldığı salonun yolunu tutmuştum.

Beşir abinin Urfa sokaklarını gezerken söylediği bir sözle mahcubiyetimi kapatmayı denedim içimden:

“Aşk olsun sana Urfa!”

Gelen kitaplar

Çoktandır kitap tanıtımlarına ara verdim ya, neredeyse kapıya dayandı tanıtacağım kitaplar. Gerçi hevesimi Aksiyon dergisindeki yazılarımla kırmaya çalışıyorum; ama argo tabirle, “kesmiyor”. Bu hafta bazı kitapları kısa kısa tanıtmak istiyorum.

Manisa Valiliği, hayırlı bir hizmet başlatmış. Manisa tarihi ve kültürüyle ilgili kitaplar yayımlıyor. Eksik olmasınlar fakire de göndermişler. İşte elime ulaşanlar:

Manisalı Padişahlar (II. Murad, Fatih, Kanuni, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed ve I. Mustafa’nın hayatları ve Manisa’da yaşadıkları dönemde yaşadıkları).

Saruhanoğulları ve Osmanlı Klasik Döneminde Manisa’da Yaşayan Kültür İzleri (Hazırlayanlar: Mustafa Eravcı-Mustafa Korkmaz)

Manisa Müzesi Hat Koleksiyonu (Hazırlayanlar: Hasan Dedeoğlu-Necdet Okumuş).

Her üçü de nefis baskılarla ilgililerin dikkatine sunulan kitaplara müzaheret eden vali Muzaffer Ecemiş başta olmak üzere emeği geçen herkesi kutluyor, kendilerine bir şehir sevdalısı olarak teşekkür ediyorum.

Tanpınar’ın mektubundaki

Cinsiyet hatası

Ahmet Hamdi Tanpınar gündemimdeki yerini koruyor. Hatırlayanlar olacaktır, önceki haftaki yazımda Tanpınar’ın makalelerinin neşirlerinde düşülen hatalara dikkat çekmiştim. Bu defa onun eserlerini neşre hazırlarken düşülen ilginç bir hatayı ele alacağım.

Bilindiği gibi Tanpınar’ın “Antalyalı bir genç kıza mektup”u vardır. Bu çok manalı ve derin mektupta Tanpınar, Antalyalı bir genç kızın sorularına cevap vermiştir! Kitaplarına da yukarıdaki adla giren bu mektubun vahim bir dikkatsizlik sonucu bir genç kıza yazıldığının zannedildiği, oysa mektubun bir liseli delikanlıya hitaben yazıldığı ortaya çıktı.

Kitap-lık dergisinin Mart-Nisan 2000 tarihli 40. sayısında Tanpınar’ın asistanı Turan Alptekin ile Birol Emil’in bir karşılıklı konuşması yer alıyor. Konuşma esnasında Turan Alptekin çarpıcı şeyler söylüyor bu mektupla ilgili olarak. Aktarıyorum:

“Tanpınar ölmeden kısa bir süre önce, Antalyalı bir genç, bir lise öğrencisi Tanpınar’a bir mektup yazdı. Tanpınar da bu gence çok zarif bir mektupla cevap verdi. Ölümünden önce bu mektup masasının üzerindeydi. Gönderen öğrencinin adresi de masasının üzerindeydi. Ölmeden önce ben bunu Kenan Tanpınar’a teslim ettim… Kenan Tanpınar da Prof. Mehmet Kaplan’a vermiş, Kaplan Bey kitabının sonuna Antalyalı gencin mektubunu ve cevabını “Bir genç kıza mektup” diye aldı ve öylece bir hatadır gidiyor. Genç kız değildir, hayır, genç bir lise öğrencisidir, erkektir.”

Böylece en azından bir hata fark edilmiş oldu.

İki edebiyat tarihçisinin bu hoş sohbetinde başka birçok ilginizi çekecek nokta bulabilirsiniz. Mesela bir yerde Turan Alptekin, Tanpınar’ın asistanı olan kendisinin üslubunun Mehmet Kaplan’a, Mehmet Kaplan’ın asistanı olan Birol Emil’in üslubunun da Tanpınar’a benzediğini söylüyor ki, Birol Bey açısından konuşursak hakikaten isabetli bir tesbit. Öğrencilik yıllarımda bazı derslerini dinlemiştim Birol Bey’in, gerçekten de anlayış olarak Tanpınar’ı çok andıran bir üslupla anlatırdı derslerini. Ne yazık ki, onun engin kültür birikimi ve nüfuz kudreti, kendisine mümasil bir eser ortaya koyamadı bugüne kadar.

Edebiyat tarihimiz açısından büyük bir kayıp olacaktır Birol Bey asıl eserini yazamazsa…

Bir cevap yazın